Ekle

HAKİKAT VE DÜNYA WEB GROUP
İLETİŞİM FORMU
ZİYARETÇİ FORMU
1 - EDA GÜLNİHAL ANKARA - İNCİ TANELERİ - 1-
2 - EDA GÜLNİHAL ANKARA - İNCİ TANELERİ - 2 -
3 - EDA GÜLNİHAL ANKARA - İNCİ TANELERİ - 3 -
4 - EDA GÜLNİHAL ANKARA - İNCİ TANELERİ - 4 -
5 - EDA GÜLNİHAL ANKARA - İNCİ TANELERİ - 5 -
6 - EDA GÜLNİHAL ANKARA - İNCİ TANELERİ - 6 -
7- EDA GÜLNİHAL - WİNDOWSLİVE 1
SANAL ALEM - SANAL ALEMDE NEFS ÇIKMAZI - 3 -
1 - TASAVVUF NURU - HÜLYA - KONU - 1 - RESUL VE NEBİİ KAVRAMI
2 - TASAVVUF NURU - HÜLYA - KONU - 2 - MEALLERDE GİZLENEN HİDAYET SIRLARI
3 - TASAVVUF NURU - HÜLYA - 3 - KULLUK VE İBADET
4 - TASAVVUF NURU - HÜLYA - KONU 4 - ALLAH KALP GÖZÜYLE GÖRÜLÜR
5 - TASAVVUF NURU - HÜLYA - KONU 5 - ALLAH C.C AYET-İ KERİMELERİ PEYGAMBER OLMAYANLARADA GÖNDERİRMİ
6 - TASAVVUF NURU - HÜLYA - KONU 6 - NEFSİ ISLAH EDEN AMELLER
7 - TASAVVUF NURU - HÜLYA - KONU 7 - MÜSLÜMANLARIN BİRLİK VE BERABERLİĞİ
8 - TASAVVUF NURU - HÜLYA - KONU 8 - HADİS-İ ŞERİF ANEKTODLARI
9 - TASAVVUF NURU - HÜLYA - KONU 9 - HİDAYET SIRAT- I MUSTAKİYMDİR
10 - TASAVVUF NURU - HÜLYA - KONU 10 - HİDAYET VE DALALET
11 - TASAVVUF NURU - HÜLYA - KONU 11 - HİKMET - İ İLAHİ
12 - TASAVVUF NURU - HÜLYA - KONU 12 - İSLAM VE İHLAS
15 - TASAVVUF NURU - HÜLYA - KONU 15 - LA İLAHE İLLALLAH
13 - TASAVVUF NURU - HÜLYA - KONU 12 - İSLAM VE İRFAN
14 - TASAVVUF NURU - HÜLYA - KONU 14 - CENNETE GİDEN YOL
16 - TASAVVUF NURU - HÜLYA - KONU 16 - MEHDİ A.S
17 - TASAVVUF NURU - HÜLYA - KONU 17 - MEHDİ A.S VE ÇIKIŞI
18 - TASAVVUF NURU - HÜLYA - KONU 18 - MEHDİ A.S VE İRŞADI
19 - TASAVVUF NURU - HÜLYA - KONU 19 - MÜRŞİD - İ KAMİL
20 - TASAVVUF NURU - HÜLYA - KONU 20 - MÜRŞİDE TAABİYET
21 - TASAVVUF NURU - HÜLYA - KONU 21 - NEFS TEZKİYESİ
22 - TASAVVUF NURU - HÜLYA - KONU 22 - RUH VE VÜCUD
23 - TASAVVUF NURU - HÜLYA - KONU 23 - TAKVA VE İSLAM
24 - TASAVVUF NURU - HÜLYA - KONU 24 - ALLAHA TESLİMİYET
25 - TASAVVUF NURU - HÜLYA - KONU 25 - ULUL ELBAB
26 - TASAVVUF NURU - HÜLYA - KONU 26 - ZAN VE MÜSLÜMAN
27 - TASAVVUF NURU - HÜLYA - KONU 27 - ZİKİR VE ZİKİR EHLİ
28 - TASAVVUF NURU - HÜLYA - KONU 28 - MÜSLÜMAN ZULMETMEZ
29 - TASAVVUF NURU - HÜLYA - KONU 29 - ZÜHT VE İSLAM
30 - TASAVVUF NURU - HÜLYA - KONU 30 - HUKUK AHLAK VE İSLAM
31 - TASAVVUF NURU - HÜLYA - KONU 31 - AİLE VE İSLAM
TURKISC PEOPLE FOLK MUSIC BOX
HAKİKAT VE DÜNYA FACEBOOK


6 - TASAVVUF NURU - HÜLYA

 KONU 6 - NEFSİ ISLAH EDEN AMELLER

http://www.eda-trabzon34.tr.gg


Amilussalihat
“Amilüssalihat” yani nefsi islâh edici ameller


Bu bölümümüzde yine Kur'an'i Kerim isiginda nefsi islah edici amelleri isliyecegiz.


Salâh kelimesi, islâh kelimesi, salihat kelimesi hep ayni kökten gelir. Amilüssalihat da nefsi islâh edici faktörler, nefsi islâh edici ameller anlaminda kullanilmaktadir. Her ne kadar birtakim insanlar; namaz kilmak, oruç tutmak, zekât vermek, hacca gitmek, kelime-i sahadet getirmek gibi amelleri amilüssalihat olarak degerlendiriyorlarsa da, realite o degildir. Amilüssalihat, nefsi islâh edici amel demektir. Bu sayilan bes tane faktör arasinda olan namaz kilmak, oruç tutmak, zekât vermek, hacca gitmek ve kelime-i sahadetten hiçbirisi nefs tezkiyesini gerçeklestirmez.
Öyleyse amilüssalihat nedir? Amilüssalihat öyle bir ibadet türüdür ki; nefsiniz tezkiye olur. Yani nefsinizin kalbine Allah’in fazillari girer ve îmân kelimesinin etrafina yerlesmeye baslar. Onun yerlesmesiyle nefsinizin kalbi, nefsinizin kalbine yerlesen fazillar kadar afetlerden korunur, kurtulur. Iste bu islev amilüssalihattir, nefsi islâh edici ameldir. Bunun jeneratörü zikirdir. Eger zikir yoksa amilüssalihat yoktur.
Devrimizdeki dîn adamlari diyorlar ki: “Biz amilüssalihat yapiyoruz. Namaz kiliyoruz, oruç tutuyoruz, zekât veriyoruz, hacca gidiyoruz, kelime-i sahadet de getiriyoruz. Bunlarin hepsi amilüssalihattir.” Oysaki saydiklari bes tane faktörün yani Islâm’in bes sartinin içinde amilüssalihat yoktur. Bu yüzden Islâm âlemi bu kadar kötü bir durumdadir. Islâm âlemi zikirden ve Islâm’in 7 safhasindan yoksun birakilmistir.
Peygamber Efendimiz (S.A.V)’den sonra asirlar geçince, insanlar Peygamber Efendimiz (S.A.V) ve sahâbenin ne yaptigini unutmuslardir. Sahâbenin Allah’a ulasmayi diledigini unutmuslardir. Allah’a ulasmayi dilemenin Kur’ân-i Kerim ile üzerimize farz oldugunu unutmuslardir. Sahâbenin Peygamber Efendimiz (S.A.V)’e tâbî oldugunu unutmamislar ama kendilerinin de tâbî olmasi lâzim geldigi konusunu unutmuslardir. Sahâbenin, ruhlarini Allah’a ulastirdiklarini unutmuslardir. Fizik vücutlarini (vechlerini) Allah’a teslim ettiklerini unutmuslardir. Nefslerini Allah’a teslim ettiklerini, daimî zikre ulastiklarini unutmuslardir. Muhlis olduklarini, irsad olduklarini unutmuslardir. Iradelerini de Allah’a teslim ederek irsad makamina tayin edildiklerini de unutmuslardir. Ve simdi dîn adamlari, kendilerinin irsad ettiklerini zannediyorlar.
Irsad müessesesi sadece tek bir muhtevada gerçeklesir. Bir kisi rüsd yoluna girdigi takdirde irsad olur. Sadece iki türlü yol vardir. Ve bunlardan rüsd yolu, amilüssalihati ifade eder. Zikir yoluyla nefsin kalbine önce %2 rahmetin, sonra da devamli %7, %7 fazillarin birikmesiyle insan ruhunun vücudundan ayrilarak Allah’a ulasmasini ihtiva eder.
Allah ile olan iliskilerimize dikkatle baktigimiz zaman, Islâm’in ne kadar çok kan kaybettigi çok açik bir hüviyette görülmektedir. Iste unutulan konulardan biri de bu amilüssalihattir, nefsi islâh edici amellerdir. Nefsi islâh edici amel zikirdir. Allah’in ismini “Allah, Allah, Allah, Allah, Allah...” diye ya sesli olarak veya sessiz olarak veya dilinizi de kimildatmadan içinizdeki sesle Allah kelimesini tekrar etmektir. Üçü de zikirdir. Üçü de amilüssalihattir.
Herhangibir kisi su anda sesli olarak “Allah, Allah, Allah, Allah, Allah...” diye Allah’in ismini tekrar ederse ne olur? Hiçbir sey olmaz. Ama kim Allah’a ulasmayi dilemisse; Allah ona Allah’in birtakim imkânlarini verdikten sonra bu kisi zikir yaparsa, onun gögsünden kalbine Allah’in rahmeti ve fazli ulasir. Ve rahmet o kisinin kalbine sizmaya baslar. Ne zaman? Hadi gelin, ne zaman olduguna beraberce bakalim.

basamak: Olaylari yasariz. Herkes yasar.
basamak: Olaylari degerlendiririz. Herkes degerlendirir. Insanlarin %90’dan fazlasi Allahû Tealâ tarafindan seçilir. Sadece kendileri Allah’a ulasmayi dilemeyip de, baska insanlari da Allah’a ulasmayi dilemekten men edenler seçilmezler. Seçilenlerden kim Allah’a ulasmayi dilerse, onlar amilüssalihatin namzetleridir.
Allahû Tealâ o kisi Allah'a ulasmayi diledigi zaman, kisinin kalbindeki Allah’a ulasma dilegini hem isitir, hem bilir, hem de görür. Bundan sonra ne olur? Bundan sonra Allahû Tealâ bu kisiyi mükâfatlandirir. Ne yapar?

Eger kisi irsad makami tarafindan kendisine teblig yapilip “Allah’a ulasmayi dile.” emrini aldigi zaman ilgilenmemisse, sesini çikarmamissa ama karsi da çikmamissa; bu kisi Allah’a ulasmayi diledigi zaman, Allahû Tealâ hassalari üzerindeki engelleri alir. Allah o kisinin görme hassasinin (basar hassasinin) üzerindeki gisaveti alir. Kulaklarinin mührünü açar, kalbinin mührünü açar ve kalbine ihbat koyar.
Eger kisi kendisine teblig yapilinca ona karsi çikmissa, Allah onun uzuvlari üzerine engeller koymustur ve ne zaman bu kisi Allah’a ulasmayi dilerse, Allah o kisinin gözlerindeki hicab-i mestureyi alir. Kulaklarindaki vakrayi alir. Kalbindeki ekinneti alir. Ve kalbine ihbat koyar.
Ama kim hem Allah'a ulasmayi dilememis, hem de bir mürsid veya herhangi birisi “Allah’a ulasmayi dileyin. Dilemezseniz gideceginiz yer cehennemdir.” dediginde bu kisi ona karsi çikmakla kalmayarak “Hayir, bu adam yalan söylüyor. Allah’a ulasmayi dilemek diye bir sey yoktur. Insan ruhu vücudundan ayrilirsa insan ölür.” diye Kur’ân’a ters düsen beyanlarda bulunur da insanlari tuzaga düsürürse, iste onlara Allahû Tealâ 6 tane engel koyar. Gözlerine hicab-i mesture, kulaklarina vakra, kalplerine ekinnet ve görme hassalarinin üzerine gisavet adli bir perde koyar, isitme hassalarini ve kalplerini de mühürler. Iste bu vasiftaki bir insan Allah’a ulasmayi dileyince Allahû Tealâ bu 6 engeli de alir ve kalbe yine ihbat koyar.
Iste bir insan Allah’a ulasmayi dilerse, Allahû Tealâ böyle bir dilegi isitir, bilir ve görür. Onun üzerinde derhal Rahîm esmasiyla tecelliye baslar. Allahû Tealâ buyuruyor ki:

-12/YÛSUF-53: Ve mâ uberriu nefsî, innen nefse le emmâretun bis sûi illâ mâ rahime rabbî, inne rabbî gafûrun rahîm(rahîmun).
Ve ben, nefsimi ibra edemem (temize çikaramam). Çünkü nefs, mutlaka sui olani (serri, kötülügü) emreder. Rabbimin Rahîm esmasiyla tecelli ettigi (nefsler) hariç. Muhakkak ki Rabbim, magfiret edendir (günahlari sevaba çevirendir). Rahîm’dir (rahmet nurunu gönderen, rahmetiyle nefsleri tezkiye ve tasfiye edendir).


            “Ama Rabbimin Rahîm esmasiyla tecelli ettigi nefsler hariç.” Iste Allah sadece Allah’a ulasmayi dileyenlere Rahîm esmasiyla tecelli eder (4. basamak). Allahû Tealâ, Rahîm esmasi sebebiyle, kisideki bu yukarida tarif edilen degisiklikleri tahakkuk ettirir (5., 6., 7. basamaklar). Zikir baslar mi? Hayir, baslamaz. Baslasa da bir hüküm ifade etmez. Allahû Tealâ bundan sonra o kisinin kalbine ulasacaktir (8. basamak) ve o kisinin kalbini Allah’a çevirecektir (9. basamak). Yetmez. Allahû Tealâ En’am Suresinin 125. âyet-i kerimesine göre o kisinin gögsünü yaracaktir (10. basamak).

-6/EN'ÂM-125: Fe men yuridillâhu en yehdiyehu yesrah sadrehu lil islâm(islâmi), ve men yurid en yudillehu yec’al sadrehu dayyikan haracen, ke ennemâ yassa’adu fîs semâi, kezâlike yec’alûllâhur ricse alâllezîne lâ yu’minûn(yu’minûne).
Öyleyse Allah kimi Kendisine ulastirmayi dilerse onun gögsünü yarar ve (Allah’a) teslime (Islâm’a) açar. Kimi dalâlette birakmayi dilerse, onun gögsünü semada yükseliyormus gibi daralmis, sikintili yapar. Böylece Allah, mü’min olmayanlarin üzerine pislik (azap, darlik, güçlük) verir.


            Yani ruhunun, fizik vücudunun, nefsinin ve iradesinin Allah’a teslim olmasi için Allahû Tealâ kisinin gögsünü yarar. Niçin yarar? Teslimler için yarar. Çünkü o kisinin amilüssalihatla kazanacagi nurlar, derece derece o kisinin ruhunun Allah’a ulasmasini, fizik vücudunun, nefsinin ve iradesinin Allah’a teslim olmasini temin eder. Bunlarin hepsi amilüssalihata bagimlidir.
            Amilüssalihat, bir insanin Allah’in en büyük ibadeti olan zikri gerçeklestirmesiyle tahakkuk eder. Evvelâ amilüssalihatin yegâne faktörü olan zikir farz midir? Konumuza buradan girelim. Zikir farzdir. Allahû Tealâ bu konuda söyle buyurmaktadir:

-73/MUZEMMIL-8: Vezkurisme rabbike ve tebettel ileyhi tebtîlâ(tebtîlen).
Ve Rabbinin Ismi'ni zikret ve herseyden kesilerek O’na ulas.


Allah’in ismiyle ara sira zikretmek ya da günün yarisindan daha az zikretmek yani az zikretmek Allahû Tealâ tarafindan üzerimize farz kilinmistir. Peki, günün yarisindan daha çok zikretmek yani Allah’i çok zikretmek üzerimize farz midir? O da farzdir. Allahû Tealâ bu konuda söyle buyurmaktadir:

-33/AHZÂB-41: Yâ eyyuhellezîne âmenûzkûrullâhe zikren kesîrâ(kesîran).
Ey âmenû olanlar! Allah’i çok zikirle (günün yarisindan fazla) zikredin.


            Bu, bir kisinin günün yarisindan daha fazla zikrettigi noktaya gelmeden evvelki devirlerinde söylenen bir sözdür. O kisi ruhunu Allah’a ulastirmistir. 33 bin zikirdedir. Bundan sonra bu kisinin çok zikir yapmasi, yavas yavas o kisi için bir tatbikat konusu olacaktir. Ve kisi zikrini yavas yavas günün yarisindan öteye tasimaya çalisacaktir. O kisinin ruhu Allah’a ulasmistir. O kisi bundan sonraki devrede çok zikir yapacaktir. Böylece günün yarisindan daha fazla zikre geçtigi zaman, züht sahibi yani zahid olacaktir. Farz midir? Evet farzdir.
            Amilüssalihat, zikir denilen bir müessese ile gerçeklesir. Az zikir de günün yarisindan daha fazla zikir de çok zikir de üzerimize farzdir. Peki, daha ötesi, daimî zikir farz midir? Daimî zikir de farzdir. Allahû Tealâ bu konuda söyle buyurmaktadir:

-4/NISÂ-103: Fe izâ kadaytumus salâte fezkurûllâhe kiyâmen ve kuûden ve alâ cunûbikum, fe izatma’nentum fe ekîmus salât(salâte), innes salâte kânet alel mu’minîne kitâben mevkûtâ(mevkûten).
Namazi bitirdiginizde; ayaktayken, otururken ve yan üzeriyken (yan üstü yatarken) Allah’i hep zikredin! Güvenlige kavustugunuzda namazi erkâniyla kilin. Çünkü; namaz, mü’minlerin üzerine, vakitleri belirlenmis bir farz olmustur.


Bir insan üç halde bulunabilir. Ya oturuyordur ya ayaktadir ya da aksam yattigi gibi yatiyordur. Allahû Tealâ üç halin üçünde de; ayaktayken de otururken de yan üstü yatarken de zikretmemizi yani amilüssalihat yapmamizi emretmektedir. Öyleyse farz olan bir islemden bahsediyoruz.
Zikrin, amilüssalihati olusturan yegâne faktörün, namazla ve Kur’ân-i Kerim tilâveti ile olan iliskisine bakalim. Hangisi daha büyüktür? Kur’ân-i Kerim tilâveti mi, namaz kilmak mi, yoksa Allah’i zikretmek mi daha büyüktür? Üçünün de adi Kur’ân-i Kerim’de zikir olarak geçmektedir. “Hatirlamak” mânâsini aldiginiz zaman; Kur’ân-i Kerim ile Allahû Tealâ’yi hatirlarsiniz. Namazla da Allahû Tealâ’yi hatirlarsiniz. Allah için namaz kilarsiniz. Allah için Kur’ân-i Kerim okursunuz. Zikrullah’la da Allah’i hatirlarsiniz. Allah’i zikretmek suretiyle gene Allah’i hatirlarsiniz.
Bu üç hatirlamadan hangisi en büyüktür? Allahû Tealâ: “Zikrullah” diyor. Allah’i zikretmek...

-29/ANKEBÛT-45: Utlu mâ ûhiye ileyke minel kitâbi ve ekimis salât(salâte), innes salâte tenhâ anil fahsâi vel munker(munkeri), ve le zikrullâhi ekber(ekberu), vallâhu ya’lemu mâ tasneûn(tasneûne).
Kitaptan sana vahyedilen seyi oku ve salâti ikâme et (namazi kil). Muhakkak ki salât (namaz), fuhustan ve münkerden nehyeder (men eder). Ve Allah’i zikretmek mutlaka en büyüktür. Ve Allah, yaptiginiz seyleri bilir.


Zikretmek, hatirlamak mânâsina gelir. Kisi bir seyin, bir konunun daha evvel bahsedildiginden söz açarak, ayni konuyu “yukarida zikredildigi gibi” ifadesiyle bir defa daha ifade eder. Yani o konu yukarida da, daha evvel de ifade etmistir. Bir defa daha tekrar edilmektedir. Öyleyse Kur’ân-i Kerim tilaveti bir zikirdir, namaz bir zikirdir, Allah’in ismini “Allah, Allah, Allah, Allah...” diye tekrar etmek bir zikirdir. Allah’i hatirlamak da bir zikirdir. Allahû Tealâ bunlardan nasil bir zikir mânâsi çikarmistir? Bunu Muzemmil-8’de açik bir sekilde görüyoruz:

-73/MUZEMMIL-8: Vezkurisme rabbike ve tebettel ileyhi tebtîlâ(tebtîlen).
Ve Rabbinin Ismi'ni zikret ve herseyden kesilerek O’na ulas.


Rabbimizin ismi nedir? Allah’tir. El-Ilâh yani Allah kelimesidir. “Allah, Allah, Allah, Allah...” diye Rabbimizin ismi ile ya sesli ya sessiz veya dilimizi de kimildatmadan, içimizdeki sesle Allah’in ismini tekrar etmenin hepsi Allahû Tealâ’nin dizaynidir.
Bizler bütün insanlarla birlikte, bir defa daha Allah’in dizayni içerisinde zikir yapmak mecburiyetindeyiz. Bütün insanlar, üzerlerine zikir farz oldugu için zikri yapmak mecburiyetindeler. Ama zikir dînimizde unutulmus durumdadir. Bugün Islâm’in bes sarti vardir: Namaz kilmak, oruç tutmak, zekât vermek, hacca gitmek, kelime-i sahadet getirmek. Islâm’in bes sarti zikri ihtiva etmiyor. Allahû Tealâ diyor ki: “Hem az zikir farzdir hem çok zikir farzdir hem de daimî zikir farzdir.” Ve ne 32 farzda ne 54 farzda zikir mevcut degildir. Seytanin bu korkunç tuzagini görebiliyor musunuz?
Simdi kaldigimiz yerden devam edelim. Neydi olay? Allahû Tealâ diyordu ki: “Allah kimi Kendisine ulastirmayi dilerse, o kisiyi teslimlere ulastirmak için onun gögsünü yarar, serheder, açar.” Allahû Tealâ acaba ne demek istiyor? Teslimlerden bahsettik:
Ruhun teslimi 22. basamakta gerçeklesir.
Fizik vücudun teslimi 25. basamakta gerçeklesir.
Nefsin teslimi 26. basamakta gerçeklesir.
Iradenin teslimi 28. basamakta gerçeklesir.
Ama hepsi de üzerimize farzdir. Zamanimizin dîn âlimlerinin bu farzlardan da artik haberleri yoktur. Onlar emaniyye bilgileri bilirler. Kendilerini Allah’in cennetine ulastirmasi mümkün olmayan bir ilmin sahipleridir. Ve omuzlarinda agir bir vebal tasirlar. Çünkü su anda 70 milyon insanin cehenneme dogru yol almasinin arkasinda yatan sebep, dîn adamlarimizin Allah’in Kur’ân-i Kerim’ini bilmemeleri ve Allah’in farzlarini, Islâm’in 7 safhasi da farz olmasina ragmen dikkate almamalari, insanlara ögretmemeleri ve insanlar sorduklari zaman da: “Hayir, böyle bir sey yoktur.” demek cesaretinde bulunabilmeleridir.
Allahû Tealâ diyor ki: “Allah kimi Kendisine ulastirmayi dilerse; onun gögsünü serheder, yarar, Islâm’a açar.” Yani o kisinin 4 teslimi gerçeklestirmesi için gögsünden kalbine bir yol açar. Burasi 10. basamaktir.
Bu kisi 11. basamakta zikre baslar. Amilüssalihat gerçek anlamda burada baslar. Bu, amilüssalihatin birinci ayagidir. Ve burada kalbe en çok %2’ye kadar rahmet girecektir. Kalbe rahmetin sizmasi bu noktada (11. basamakta) baslar. Allahû Tealâ bu konuda söyle buyurmaktadir:

-39/ZUMER-22: E fe men serehallâhu sadrehu lil islâmi fe huve alâ nûrin min rabbih(rabbihi), fe veylun lil kâsiyeti kulûbuhum min zikrillâh(zikrillâhi), ulâike fî dalâlin mubîn(mubînin).
Allah kimin gögsünü Islâm için (Allah’a teslim için) yarmissa artik o, Rabbinden bir nur üzere olur, degil mi? Allah’in zikrinden kalpleri kasiyet baglayanlarin vay haline! Iste onlar, apaçik dalâlet içindedirler.


            Görüyoruz ki; Allahû Tealâ nurunu kisinin kalbine göndermeye baslamistir. Iste bu, amilüssalihatin ilk meyvesidir. Ilk adim, rahmet nurlari tarafindan gerçeklestirilir. Neden? Çünkü Allah’in Rahîm esmasi faaliyettedir. Rahîm esmasinin gönderdigi rahmet, fazl ve salâvât adli üç grup nurdan birincisi rahmet nurudur. Allah’in Rahîm esmasiyla o kisiye tecelli ettigini gösteren bir öncü kuvvet olarak, o kisinin kalbine sadece %2 rahmet girer. Rahmetin girmeye basladigi yer 11. basamaktir. %2’nin tamam oldugu yer ise 12. basamaktir. %2 nur tam oldugu zaman, kisi 12. basamaga ulasir. Allahû Tealâ buyuruyor ki:

-57/HADÎD-16: E lem ye’ni lillezîne âmenû en tahsea kulûbuhum li zikrillâhi ve mâ nezele minel hakki ve lâ yekûnû kellezîne ûtûl kitâbe min kablu fe tâle aleyhimul emedu fe kaset kulûbuhum, ve kesîrun minhum fâsikûn(fâsikûne).
Allah’in zikri ile ve Hakk’tan inen seyle (Allah’in nurlari ile), âmenû olanlarin (Allah’a ulasmayi dileyenlerin) kalplerinin husû duyma zamani gelmedi mi? Kendilerine daha önce kitap verilip de böylece üzerinden uzun zaman geçince, artik (zikri unuttuklari için) kalpleri katilasan kimseler gibi olmasinlar. Onlardan çogu fasiklardir.


            %2 rahmet nurunun o kalbe girmesi, kalpte husûnun olusmasini ifade eder. Böyle bir kisi hacet namazini kildigi zaman mutlaka mürsidine ulasir. Tâbiiyetini müteakip yeni bir olay tahakkuk eder. Bu tâbiiyet, o kisinin kalbine rahmet ile fazlin ötesinde rahmet ile salâvât isminde ikinci bir grup nur daha gönderir. Allahû Tealâ bu konuda söyle buyurmaktadir:

-2/BAKARA-156: Ellezîne izâ esâbethum musîbetun, kâlû innâ lillâhi ve innâ ileyhi râciûn(râciûne).
Onlar ki; kendilerine bir musîbet isabet ettigi zaman: “Biz muhakkak ki Allah içiniz (O’na ulasmak ve teslim olmak için yaratildik) ve muhakkak O’na dönecegiz (ulasacagiz).” dediler.

-2/BAKARA-157: Ulâike aleyhim salâvâtun min rabbihim ve rahmetun ve ulâike humul muhtedûn(muhtedûne).
Onlar (dünya hayatinda Allah’a mutlaka döneceklerinden emin olanlar var ya), Rab’lerinden salâvât ve rahmet onlarin üzerinedir. Iste onlar, hidayette olanlardir.


            Iste amilüssalihatin neticesi, insan ruhunun Allah’a ulasmasi ve teslim olmasidir. Daha sonraki neticeleri ise fizik vücudun da, nefsin de, iradenin de Allah’a teslimidir. Amilüssalihat, sadece nefsi islâh edici amellerdir. Ve bu islâh edici amel, baslangiçta kalbe %2 rahmet nuru götürür. Ondan sonra o kisinin kalbindeki her %7 fazl birikiminde, vücuttan ayrilmis olan ruh Allah’a dogru 7 katlik bir yolculuga çikar.
Nefsin kalbinde %7 fazl birikiminde ruh birinci gök katina ulasir. Bu, Nefs-i Emmare'yi ifade eder.
Ikinci defa %7 nur birikiminde, ruh ikinci gök katina çikar. Bu, Nefs-i Levvame’yi ifade eder.
3. defa %7 nur birikiminde, ruh üçüncü gök katina çikar. Bu, Nefs-i Mülhime’yi ifade eder. Kisi Allah’tan ilham almaya baslar.
4. defa %7 nur birikiminde, kisinin nefsi doyuma ulasmistir, mutmain olmustur. Bu, Nefs-i Mutmainne’yi ifade eder.
Sonra bu kisinin Allahû Tealâ ile olan dizayninda, %7 nur birikiminin 5. defa tahakkuk etmesi, o kisinin Allah’tan razi olmasini, Nefs-i Radiye’yi ifade eder.
6. defa tahakkuk etmesi Allah’in da o kisiden razi olmasini, Nefs-i Mardiyye’yi ifade eder.
7. defa tahakkuk etmesi kisinin nefs tezkiyesini tamamlayarak ruhunu Allah’a ulastirmasini, Nefs-i Tezkiye’yi ifade eder.
Ve kisinin giderek zikrini artirmasiyla bu nur birikimi, nefsin teslimiyle nefsin kalbini tamamen doldurur. Burada kalp 7 kademe müzeyyen olacaktir. Yerlerin melekûtu gösterilir. Sonra göklerin melekûtu gösterilir. Kisi ihlâs makaminda olur. Sonra öteye geçilir. Kalp 4 mertebe daha müzeyyen olur. Ve sonunda iradenin Allah’a teslimi olayi tahakkuk eder. Ve kalp bir kere daha müzeyyen olur.
            Iste nefs tezkiyesinin gerçek anlamda baslamasi, nefsinizin kalbine %2 rahmetin disinda fazillarin da girebilmesi, amilüssalihatin gerçek boyutunu gösterir. Bu, ancak bir tâbiiyetten sonra gerçeklesir. Burada kisi, mürsidine karsi istiyak duyar, mürside ulasmak ister. Bütün evliya nasil mürsidlerine ulasip tâbî olmuslarsa, onun da içinde mürsidine ulasmak konusunda büyük bir arzu vardir ve Allahû Tealâ’dan irsad makamina ulasmayi diler. Kisi bu dilegin neticesinde, Allah ile olan iliskisinde yeni bir safhaya ulasir. Bu ulastigi noktada, Allah’in söyledigi bir sonuç söz konusudur. Irsad makamina ulasilir. Kisi nefs tezkiyesi için hazir olur. Allahû Tealâ ne yapar? Kisiyi amilüssalihat denilen nefs tezkiyesinin aslî unsuruna nasil ulastirir? Allahû Tealâ 12 tane ihsanla mürsidine ulasan kisiye tâbî oldugu noktada 7 tane ni'met verir. Amilüssalihatin temeli, alinan bu ni'metlerdir.

ni’met: Allah, kisinin kalbinin içine îmân kelimesini yazar.
ni’met: O kisinin basinin üzerine devrin imaminin ruhu ulasir.
            Bu iki islev, Mucâdele Suresinin 22. âyet-i kerimesi geregince gerçeklesir:

-58/MUCÂDELE-22: Lâ tecidu kavmen yu’minûne billâhi vel yevmil âhiri yuvâddûne men hâddallâhe ve resûlehu ve lev kânû âbâehum ev ebnâehum ev ihvânehum ev asîretehum, ulâike ketebe fî kulûbihimul îmâne ve eyyedehum bi rûhin minhu, ve yudhiluhum cennâtin tecrî min tahtihel enhâru hâlidîne fîhâ, radiyallâhu anhum ve radû anhu, ulâike hizbullâh(hizbullâhi), e lâ inne hizballâhi humul muflihûn(muflihûne).
Allah’a ve âhiret gününe (ölmeden önce Allah’a ulasmaya) îmân eden bir kavmi, Allah’a ve O’nun Resûl’üne karsi gelenlere muhabbet duyar bulamazsin. Ve onlarin babalari, ogullari, kardesleri veya kendi asiretleri olsa bile. Iste onlar ki, (Allah) onlarin kalplerinin içine îmâni yazdi. Ve onlari, Kendinden bir ruh ile destekledi (orada egitilmis olan, devrin imaminin ruhu onlarin baslarinin üzerine yerlesir). Ve onlari, altindan nehirler akan cennetlere dahil edecek. Onlar orada ebediyyen kalacak olanlardir. Allah, onlardan razi oldu. Ve onlar da O’ndan (Allah’tan) razi oldular. Iste onlar, Allah’in taraftarlaridir. Gerçekten Allah’in taraftarlari, onlar, felâha erenler degil mi?


            Allahû Tealâ diyor ki: “Onlarin kalplerinin içine îmân kelimesi yazilir ve baslarinin üzerine Allah’in katindan ruh gönderilir.”
Bir kisinin kalbine îmân yazilirsa ne olur, yazilmazsa ne olur? Kisinin kalbine îmân yazilmasaydi, bu kisi sadece rahmet nurunu alabilirdi. Sadece yariktan geçen rahmet nuru o kisinin kalbine girebilirdi. %2’den fazlasi da kalpte barinamazdi. O kisi ömrü boyunca kalbindeki sadece %2’lik rahmetle yasardi. Ama ne zaman o kisi mürsidine tâbî olmussa, o zaman kalbine îmân yazilir. Kalbine yazilan îmân son derece önemli bir konudur. Çünkü kalbe yazilan îmân kelimesi manyetik bir alani temsil eder.
Kalbe îmân yazildiktan sonra o kisi zikir yaptiginda; “Allah, Allah, Allah, Allah...” diye Allah’in ismini tekrar ettiginde, o kisinin kalbine giren rahmet nurlari artik o kisinin kalbinde kalamaz. %2 rahmet yerlesmistir. O kisinin kalbine giren salâvât da o kisinin kalbinde kalamaz. Ama kalacak olan fazillardir. Fazileti vücuda getirecek olan, o kisiyi faziletli bir insan haline getirecek olan fazillar, o kisinin kalbine gelirler ve îmân kelimesine yapisirlar. Neden? Çünkü Allah’in katindan gelen fazillarin tasidiklari manyetik alanla, Allah’in kalbe yazdigi îmân kelimesinin manyetik alani birbirinin ziddidir, bu sebeple birbirini çekerler. Allah’in katindan gelen fazillar nur kapisindan kalbe girdikten sonra, mutlaka kalbin içindeki îmân kelimesine yapismaya, orada sabit kalmaya baslarlar.
            Simdi nefsimizin kalbinden bahsedelim. Nefsimizin kalbi, baslangiçta bütün insanlarda %100 afetlerle doludur. Ruhumuz da hasletlerle doludur. Afetler Allah’in bütün emirlerine karsi çikan, Allah’in yasak ettigi bütün fiilleri islemek isteyen bir özellikle yaratilmislardir. Ruhun hasletleri ise Allah’in bütün emirlerini mutlaka yapmak isteyen, yasak ettigi hiçbir fiili asla yapmak istemeyen bir özellik tasirlar. Bu sebeple, ruhumuz vücudumuzda oldugu sürece ruhumuzla nefsimiz arasinda devamli bir kavga vardir. Bu kavga sebebiyle insanlar huzursuzdurlar. Içlerindeki kavga, mutlulugu yasamalarina mâni olur. Bu insanlar diger taraftan etrafindaki insanlarla da kavgalidirlar. Kendilerine söylenen sözlere veya baska yapilanlara tahammül edemezler. Hep farkli bir dizayni ifade ederler. Hep mutsuzdurlar.
Iste bir insan mürsidine ulastigi zaman kalbine yazilan îmân kelimesiyle, %2 rahmetin ötesinde artik kalbe rahmet gelip yerlesemez. Fazillar, kalbi tamamen dolduracak olan nurlardir. Fazillarin yerlesebilmesi ise kalbe îmânin yazilmasina %100 baglidir. Kalbe îmân yazilmistir. Nefs tezkiyesi yani amilüssalihat gerçek anlamda burada baslar. Nefsin kalbine nurlar girmeye baslar.
Bu gelip de yerlesen nurlar, nefsin kalbinin %7’lik kismini seytanin hâkimiyetinden tamamen koparip alir. Kalp, Allah’in nurlarinin hâkimiyetine girer. O kisinin kalbindeki %2 rahmetle beraber %7 fazl; Allah’in bütün emirlerini yerine getirmek isteyen, yasak ettigi fiilleri islemeyen bir özelligi kalpte temsil etmeye baslarlar. Burasi Nefs-i Emmare’dir. Mürsidimize ulastigimiz zaman baska ne olur? Devrin imaminin ruhu basimizin üzerine ulasir. Allahû Tealâ bu konuda söyle buyurmaktadir:

-40/MU'MIN-15: Refîud derecâti zul ars(arsi), yulkir rûha min emrihî alâ men yesâu min ibâdihî li yunzire yevmet telâk(telâki).
Dereceleri yükselten ve arsin sahibi olan Allah, kullarindan (Kendisine ulastirmayi) diledigi kisinin (Allah’a ulasmayi diledigi için Allah’in da Kendisine ulastirmayi diledigi kisinin) üzerine (basinin üzerine) Allah’a ulasma gününün geldigini (o kisinin ruhuna) ihtar etmek için, emrinden (Allah’in emrini teblig edecek) bir ruh (devrin imaminin ruhunu) ulastirir.


            Devrin imaminin ruhu, bu noktadaki kisinin basinin üzerine mutlaka gelir. Kalbe îmân yazilmasi, devrin imaminin ruhunun gelmesi ile ayni noktaya, ayni âna rastlar. Ikisi birden Mucâdele Suresinin 22. âyet-i kerimesine göre gerçeklesir. Devrin imaminin ruhu kisinin ruhuna der ki: “Senin Allah’a mülâki olma günün (yevm’it telâkin) geldi. Vücudu terk et. Allah’a dogru yola çikacaksin.” Onun için o ruh vücuttan ayrilir (3. ni’met). Ve evvelâ mürsidin dergâhina ulasir. O dergâhta bir süre kaldiktan sonra, mutlaka devrin imaminin dergâhina ulasir. Çünkü bir tek çikis kapisi vardir. O çikis kapisi, devrin imaminin dergâhindadir. Ve kisi zikrini yapmaya baslar.
Peki bu kademede baska ne olur? Allahû Tealâ o kisiye o güne kadar 1 derecesine 10 katini verirken, o günden itibaren 100 kat vermeye baslar. Ve bu 100 kat, 200, 300, 400, 500, 600, 700 kata kadar çogalacaktir (4. ni’met).
Allahû Tealâ’nin dizayninda, nefs bu islemi yapar, nefs tezkiyesi yapar. Nefs tezkiyesi sebebiyle fizik vücut Allahû Tealâ’yi zikreder ama nefsi infâk eder. Zikrettigi zaman fizik vücut zikretmistir. Allah’in katindan gelen rahmet ile fazl ve rahmet ile salâvât nurlari fizik vücudun gögsünden kalbine açilan yolu geçerler. Nefsin de gögsünden kalbine yol açilmistir. Bu nurlar nefsin kalbine ulasir. Fizik vücut, nefsi infâk eder. Iste o infâkin sonunda nefsin kalbinde, söyledigimiz gibi îmân kelimesinin etrafina yapisan fazillar nefs tezkiyesine baslarlar. Öyleyse nefsimiz tezkiyeye baslar (5. ni’met). Bu ne saglar? Nefsimizin kalbinde nurlar biriktikçe, fizik vücudumuzun nefsin afetlerine karsi hâkimiyeti her gün biraz daha artar (6. ni’met). Ayni zamanda irademizin de nefsin afetlerine karsi savasi giderek daha çok basarili bir hüviyet kazanir (7. ni’met).
           Allah ile olan iliskilerimizde her seyin en güzel sonuçlanmasi, bu zikrin daimî zikir haline gelmesine bagimlidir. Ama bu noktada kisi zikir yapar ve Allah’in katindan gelen rahmet ile fazl ve rahmet ile salâvât nurlari o kisinin gögsüne gelir. Gögsündeki yariktan geçerek kalbe ulasir. Fazillar kalbin içindeki îmân kelimesine yapistigi için, nefsin kalbinde birikmeye baslarlar. Iste bu fazl birikimi, nefs tezkiyesinin gerçek isaretini tasir. Nefsin temizlenmesi, tezkiye edilmesi bu yolla olur. Nefsin kalbinde %7 nur birikimi olustugu zaman, kisi Nefs-i Emmare’dedir. Allahû Tealâ buyuruyor ki:

-12/YÛSUF-53: Ve mâ uberriu nefsî, innen nefse le emmâretun bis sûi illâ mâ rahime rabbî, inne rabbî gafûrun rahîm(rahîmun).
Ve ben, nefsimi ibra edemem (temize çikaramam). Çünkü nefs, mutlaka sui olani (serri, kötülügü) emreder. Rabbimin Rahîm esmasiyla tecelli ettigi (nefsler) hariç. Muhakkak ki Rabbim, magfiret edendir (günahlari sevaba çevirendir). Rahîm’dir (rahmet nurunu gönderen, rahmetiyle nefsleri tezkiye ve tasfiye edendir).


            Insan ruhu vücuttan ayrilmis, devrin imaminin dergâhina gitmistir. %7 nur birikiminde, bu ruh diger ruhlarla beraber birinci gök katina kadar yükselir. Digerleri üst katlara çikar. O çikamaz. Ikinci bir %7 nur birikimi tahakkuk ettigi takdirde ikinci kata kadar çikar (Nefs-i Levvame). Allahû Tealâ buyuruyor ki:

-75/KIYÂME-2: Ve lâ uksimu bin nefsil levvâmeh(levvâmeti).
Ve hayir, levvame (kinayan) nefse yemin ederim.


Ikinci defa %7 fazl birikiminde ruh ikinci gök katindadir.
Üçüncü defa %7 nur birikiminde (Nefs-i Mülhime), kisi Allah’tan ilham almaya baslar. Allahû Tealâ buyuruyor ki:

-91/SEMS-7: Ve nefsin ve mâ sevvâhâ.
Nefse ve onu (7 kademede ahsene dönüsecek sekilde) sevva edene (dizayn edene) (andolsun).

-91/SEMS-8: Fe elhemehâ fucûrehâ ve takvâhâ.
Sonra ona (nefse) fücurunu ve takvasini ilham etti.

-91/SEMS-9: Kad efleha men zekkâhâ.
Kim onu (nefsini) tezkiye etmisse felâha (kurtulusa) ermistir.


            Nefs tezkiyesi, amilüssalihatin ta kendisidir. En sonunda da tasfiye söz konusu olacaktir. Dördüncü defa %7 fazl birikiminde (Nefs-i Mutmainne) kisi doyuma ulasmistir. Allahû Tealâ bu konuda söyle buyurmaktadir:

-13/RA'D-28: Ellezîne âmenû ve tatmainnu kulûbuhum bi zikrillâh(zikrillâhi) e lâ bi zikrillâhi tatmainnul kulûb(kulûbu).
Onlar, âmenûdurlar ve kalpleri, Allah’i zikretmekle mutmain olmustur. Kalpler ancak; Allah’i zikretmekle mutmain olur, öyle degil mi?


            Besinci defa %7 nur birikimi Nefs-i Radiye, altinci defa %7 nur birikimi Nefs-i Mardiyye kademesidir. Bu iki kademe Fecr Suresinin 28. âyet-i kerimesinde ifade edilmektedir.

-89/FECR-28: Irciî ilâ rabbiki râdiyeten mardiyyeh(mardiyyeten).
Rabbine dön (Allah’tan) razi olarak ve Allah’in rizasini kazanmis olarak!


            Böyle bir dizaynda Nefs-i Radiye’de, ruh besinci gök katindadir. Nefs-i Mardiyye’de ruh altinci gök katindadir. Ve nihayet yedinci gök katina ulasan ruh, tezkiye adi verilen bir olayi gerçeklestirir. Nefs tezkiyesi; nefsin kalbinin %49 fazilla, %2 de rahmetle dolmasi halidir. Allahû Tealâ bu konuda söyle buyurmaktadir:

-35/FÂTIR-18:
Ve lâ tezirû vâziretun vizre uhrâ, ve in ted’u
muskaletun ilâ himlihâ lâ yuhmel minhu sey’un
ve lev kâne zâ kurbâ, innemâ tunzirullezîne
yahsevne rabbehum bil gaybi ve ekâmûs salâh(salâte),
ve men tezekkâ fe innemâ yetezekkâ li nefsih(nefsihî),
ve ilâllâhil masîr(masîru).


 


Ve yük tasiyan birisi (bir günahkâr) baska birinin yükünü (günahini) yüklenmez. Eger agir yüklü kimse, onu (günahlarini) yüklenmeye (baskasini) çagirsa bile ondan hiçbir sey yükletilmez, onun yakini olsa dahi. Sen ancak gaybte Rabbine husû duyanlari ve namazi ikame edenleri uyarirsin. Ve kim tezkiye olursa (nefsini tezkiye ederse), o taktirde bunu sadece kendi nefsi için yapar. Ve dönüs Allah’adir (Nefs tezkiyesi ile ruh Allah’a döner, ulasir).

 

            Burasi, nefs tezkiyesinin oldugu yerdir. Nefste yedinci defa %7 fazl birikimi olmustur (%49). %2 de rahmet nuru vardir. %51 ile kisinin nefsi Allah’in güzelliklerini olusturur.
            Burada nefsin tezkiye olayi tamamlanmistir. Peki, acaba ruh ne olmustur? Kisi Allah’a ulasmayi diledigi zaman vücuttan ayrilan ruh, Nefs-i Emmare'de birinci gök katina, Nefs-i Levvame'de ikinci gök katina ve kademeleri birer birer takip ederek yedinci defa %7 fazl birikimiyle yedinci gök katina çikmistir. Yedinci gök katinda soldan saga 7 tane âlem geçerek Sidretül Münteha'ya ulasmistir. Her birinde islemlerini tamamlayarak, sonunda zikir hücrelerinde zikrini tamamlayarak kisinin ruhu Sidretül Münteha'ya ulasir.
Sidretül Münteha, Indi Ilâhi'deki en yüksek noktadir. Ruh, oradan Allah’in Zat’ina ulasir ve Allah’in Zat’inda yok olur. Iste Allah’in Zat’ina ulasmak, nefs tezkiyesinin tabiî neticesidir. Fatir-18, nefs tezkiyesi yapanin ruhunun Allah’in Zat’ina ulastigini kesinlestirmektedir.
Sonra ne olur? Bu kisinin kalbindeki nurlar %51’i asmistir. Bu kisi fenâ makaminin sahibi olur, bekâ makaminin sahibi olur. Giderek zikri artar. Ruhu Allah’in katinda bir tahta sahip olur. Kisi daha sonra züht makaminin sahibi olacaktir, zikri günün yarisini asacaktir. Nefsin kalbinde %71 nur birikimi olusmustur. Günün yarisini asan bir zikir ve asan bir amilüssalihat, nefsin kalbindeki fazillari giderek arttiracaktir. Süre uzayacaktir, kisi günün yarisindan daha çok, daha çok zikir yapacaktir. Ve nefsin kalbindeki nurlar %81’e ulastigi zaman, kisi fizik vücudunu da Allah’a teslim etmis olacaktir. Fizik vücudun teslimi, amilüssalihatin yeni bir bölümüdür. Allahû Tealâ bu konuda söyle buyurmaktadir:

-4/NISÂ-125: Ve men ahsenu dînen mimmen esleme vechehu lillâhi ve huve muhsinun vettebea millete ibrâhîme hanîfâ(hanîfen), vettehazallâhu ibrâhîme halîlâ(halîlen).
O kisiden, vechi (fizik vücudu) dînde daha ahsen kim vardir? O kisi ki; vechini (fizik vücudunu) Allah’a teslim etmis ve muhsinlerden olmustur ve hanif olarak Hz. Ibrâhîm’in dînine tâbî olmustur. Ve Allah, Hz. Ibrâhîm’i dost ittihaz etmistir.


            Daha sonra bu kisi %81 nur birikimiyle, fizik vücudunu Allah’a teslim eder. Allah’in bütün emirlerini yerine getirmeye baslar. Bundan sonra o kisi daimî zikre ulasacaktir. Amilüssalihatin en güzel bölümü daimî zikirdir. Daimî zikir üç ayri bölüm gösterir:
- Ulûl’elbab makami,
- Ihlâs makami,
- Salâh makami.
Salihat kelimesiyle salâh kelimesi ayni kökten gelir. Islâh kelimesi de ayni kökten gelir.
Ulûl’elbab makamindaki kisinin 7 özelligi vardir:

Kisi ulûl’elbab makaminda daimî zikrin sahibidir .
Bu sebeple nefsin kalbinde hiç afet kalmamistir.
Kalp gözü açilmistir.
Kalp kulagi açilmistir.
Bu kisi her an Allah ile tezekkür etmek imkânini, Allah’in sözlerini isitmek ve O’na cevap vermek imkânini kazanmistir.
Bu kisi daimî zikirdedir. Ehli hayirdir. Devamli derecat kazanir.
Ve bu kisi ehli hükümdür ve ehli hikmettir. Hem hakem veya hâkim olarak verdigi kararlarda Allah’tan soracagi için mutlaka dogru karar verir hem de Allah’in 28 basamaktaki Kur’ân muhtevasini bütünüyle bilir. Hangi âyeti görse onun hangi basamaga ait oldugunu derhal söyleyebilir.
Kisi ulûl’elbab makamindan sonra ihlâs makamina geçecektir. Yedi kademe yerlerin melekûtu, ulûl’elbab makaminda gösterilir. Göklerin melekûtu ihlâs makaminda gösterilir. Kisinin nefsindeki aydinlik %100’ü zaten bulmustur. Kisinin kalbi ulûl’elbab makaminda (yerlerin melekûtunda) yedi mertebe müzeyyen olmustur. Göklerin melekûtu gösterildiginde yedi kademe daha müzeyyen olur. Kisi yedinci gök katinda Sidretül Münteha'yi gördügü zaman Tövbe-i Nasuh'a davet edilir. Bu, salâh makamina geçistir. Salâh makaminin birinci kademesi budur.
1- Kisi Tövbe-i Nasuh'a davet edilir
2- Allahû Tealâ o kisinin sonradan (mürside tâbiiyetten sonra) olusmus günahlarini örter.
3- O kisiye salâh nuru verir.
4- O kisinin günahlarini sevaba çevirir.
5- Kisi Allahû Tealâ tarafindan iradesi teslim alinmak suretiyle irsad makamina davet edilir. Burasi yolun sonudur. Kisi “Irsada memur ve mezun kilindin.” cümlesiyle irsad makaminin sahibi kilinir.
Bundan 14 asir evvel bütün sahâbe amilüssalihatlarini tamamlamis, hepsi ihlâs makaminin sahibi olmuslardir. Hepsi Allah’in mürsidleri olmuslardir. Salâh makaminin bütün muhtevasini tamamlamislardir. Iste onlarin mürsid olduklarina dair Allahû Tealâ söyle buyurmaktadir:

-9/TEVBE-100: Ves sâbikûnel evvelûne minel muhâcirîne vel ensâri vellezînettebeûhum bi ihsânin radiyallâhu anhum ve radû anhu ve eadde lehum cennâtin tecrî tahtehel enhâru hâlidîne fîhâ ebedâ(ebeden), zâlikel fevzul azîm(azîmu).
O sabikûn-el evvelîn (evvelki hayirlarda yarisanlardan salâh makaminda iradesini Allah'a teslim ederek irsada memur ve mezun kilinanlar): Onlarin bir kismi muhacirînden (Mekke'den Medine'ye göç edenlerden) bir kismi ensardan (Medine'deki yardimcilardan) ve bir kismi da onlara (ensar ve muhacirîne) ihsanla tâbî olanlardandi. (Sahâbe irsad makamina sahip olduklari için onlara tâbî olundu). Allah, onlardan razi ve onlar da O'ndan (Allah'tan) razidir. Onlara Allah, altlarindan irmaklar akan cennetler hazirladi ve orada ebediyyen kalacaklardir. Iste bu, en büyük (azîm) mükâfattir.


Ister ensar, ister muhacirîn olsun hepsine tâbî olunmustur. Tâbî olanlara “tabiîn” denilmektedir. Arkadan onlara da tâbî olanlar geliyor. Onlara da “tebei tabiîn” denilmektedir.
Iste amilüssalihat denen bir müessese kisiyi sifir noktasindan alir, kalbinde hiç nur yokken, kalbi %100 kapkaranlikken bütün kalbini nurla doldurduktan baska, 19 mertebede o kisinin kalbini müzeyyen kilar. Ve kisi “Irsada memur ve mezun kilindin.” cümlesiyle irsad makaminin sahibi olur. Iste amilüssalihatin en üst noktasi bu noktadir. Kisinin irsad makamina tayin oldugu, bihakkin takvanin sahibi oldugu, salâh makaminin besinci kademesidir.

 


Bugün 2 ziyaretçi (4 klik) kişi burdaydı!




Bu web sitesi ücretsiz olarak Bedava-Sitem.com ile oluşturulmuştur. Siz de kendi web sitenizi kurmak ister misiniz?
Ücretsiz kaydol