Ekle

HAKİKAT VE DÜNYA WEB GROUP
İLETİŞİM FORMU
ZİYARETÇİ FORMU
1 - EDA GÜLNİHAL ANKARA - İNCİ TANELERİ - 1-
2 - EDA GÜLNİHAL ANKARA - İNCİ TANELERİ - 2 -
3 - EDA GÜLNİHAL ANKARA - İNCİ TANELERİ - 3 -
4 - EDA GÜLNİHAL ANKARA - İNCİ TANELERİ - 4 -
5 - EDA GÜLNİHAL ANKARA - İNCİ TANELERİ - 5 -
6 - EDA GÜLNİHAL ANKARA - İNCİ TANELERİ - 6 -
7- EDA GÜLNİHAL - WİNDOWSLİVE 1
SANAL ALEM - SANAL ALEMDE NEFS ÇIKMAZI - 3 -
1 - TASAVVUF NURU - HÜLYA - KONU - 1 - RESUL VE NEBİİ KAVRAMI
2 - TASAVVUF NURU - HÜLYA - KONU - 2 - MEALLERDE GİZLENEN HİDAYET SIRLARI
3 - TASAVVUF NURU - HÜLYA - 3 - KULLUK VE İBADET
4 - TASAVVUF NURU - HÜLYA - KONU 4 - ALLAH KALP GÖZÜYLE GÖRÜLÜR
5 - TASAVVUF NURU - HÜLYA - KONU 5 - ALLAH C.C AYET-İ KERİMELERİ PEYGAMBER OLMAYANLARADA GÖNDERİRMİ
6 - TASAVVUF NURU - HÜLYA - KONU 6 - NEFSİ ISLAH EDEN AMELLER
7 - TASAVVUF NURU - HÜLYA - KONU 7 - MÜSLÜMANLARIN BİRLİK VE BERABERLİĞİ
8 - TASAVVUF NURU - HÜLYA - KONU 8 - HADİS-İ ŞERİF ANEKTODLARI
9 - TASAVVUF NURU - HÜLYA - KONU 9 - HİDAYET SIRAT- I MUSTAKİYMDİR
10 - TASAVVUF NURU - HÜLYA - KONU 10 - HİDAYET VE DALALET
11 - TASAVVUF NURU - HÜLYA - KONU 11 - HİKMET - İ İLAHİ
12 - TASAVVUF NURU - HÜLYA - KONU 12 - İSLAM VE İHLAS
15 - TASAVVUF NURU - HÜLYA - KONU 15 - LA İLAHE İLLALLAH
13 - TASAVVUF NURU - HÜLYA - KONU 12 - İSLAM VE İRFAN
14 - TASAVVUF NURU - HÜLYA - KONU 14 - CENNETE GİDEN YOL
16 - TASAVVUF NURU - HÜLYA - KONU 16 - MEHDİ A.S
17 - TASAVVUF NURU - HÜLYA - KONU 17 - MEHDİ A.S VE ÇIKIŞI
18 - TASAVVUF NURU - HÜLYA - KONU 18 - MEHDİ A.S VE İRŞADI
19 - TASAVVUF NURU - HÜLYA - KONU 19 - MÜRŞİD - İ KAMİL
20 - TASAVVUF NURU - HÜLYA - KONU 20 - MÜRŞİDE TAABİYET
21 - TASAVVUF NURU - HÜLYA - KONU 21 - NEFS TEZKİYESİ
22 - TASAVVUF NURU - HÜLYA - KONU 22 - RUH VE VÜCUD
23 - TASAVVUF NURU - HÜLYA - KONU 23 - TAKVA VE İSLAM
24 - TASAVVUF NURU - HÜLYA - KONU 24 - ALLAHA TESLİMİYET
25 - TASAVVUF NURU - HÜLYA - KONU 25 - ULUL ELBAB
26 - TASAVVUF NURU - HÜLYA - KONU 26 - ZAN VE MÜSLÜMAN
27 - TASAVVUF NURU - HÜLYA - KONU 27 - ZİKİR VE ZİKİR EHLİ
28 - TASAVVUF NURU - HÜLYA - KONU 28 - MÜSLÜMAN ZULMETMEZ
29 - TASAVVUF NURU - HÜLYA - KONU 29 - ZÜHT VE İSLAM
30 - TASAVVUF NURU - HÜLYA - KONU 30 - HUKUK AHLAK VE İSLAM
31 - TASAVVUF NURU - HÜLYA - KONU 31 - AİLE VE İSLAM
TURKISC PEOPLE FOLK MUSIC BOX
HAKİKAT VE DÜNYA FACEBOOK

23 - TASAVVUF NURU - HÜLYA

KONU 23 - TAKVA VE İSLAM

http://www.eda-trabzon34.tr.gg



Takva
Takva, 7 kademede 7 ayri hüviyet gösterir


Bu bölümümüzde Takva'nin, 7 kademe de 7 ayri hüviyetini ayetler isiginda inceleyecegiz.


Takva kelimesi; sakinmak, çekinmek, korkmak anlamina geliyor. Özellikle korkmak anlami esas alinmistir. Kur’ân-i Kerim açiklamasi yapanlar, meal verenler, Kur’ân’daki 7 tane kademeye ait olan takvayi hiçbir sekilde bilmiyorlar. Ondan haberleri yok. Bu sebeple takva kelimesini nerede görürlerse, “Allah’tan korkmak” olarak degerlendirmislerdir. Tabiî olarak böyle bir ifade, o âyetlerde çok fena bir sekilde siritiyor. Oysaki takva, 7 kademede 7 ayri hüviyet gösterir.
Biliyorsunuz Islâm merdiveni 28 basamaklidir. Yani Allah’in kâinattaki yegâne dîni, 28 basamak gösterir. 1. basamakta olaylar yasanir. 2. basamakta, olaylar degerlendirilir ve kisi bu olaylara karsi tavrini ortaya koyar. Allahû Tealâ her sene, insanlari bir-iki defa imtihana çeker. Musibetlerle imtihan eder ve insanlar bu musibetlere karsi davranislarini ortaya koyarlar.
Allahû Tealâ’nin bu dizayni içerisinde Kur’ân-i Kerim’de 7 tane takvasi vardir. Kim Allah’a ulasmayi dilemezse o kisi takva sahibi degildir.
Öyleyse 1. takvaya baktigimiz zaman, Allah’a ulasmayi dileyenlerin 1. takvanin sahibi oldugunu görüyoruz. Kim dilemezse, o takva sahibi degildir. Allahû Tealâ söyle buyuruyor:

 

-30/RÛM-31: Munîbîne ileyhi vettekûhu ve ekîmûs salâte ve lâ tekûnû minel musrikîn(musrikîne).
O’na (Allah’a) yönelin (Allah’a ulasmayi dileyin) ve takva sahibi olun. Ve namazi ikame edin (namaz kilin). Ve (böylece) müsriklerden olmayin.


Allahû Tealâ buyuruyor ki: “O’na, Allah’a yönel. Allah’a ulasmayi dile ve Allah’a karsi takva sahibi ol.”
Insanlar “Mü’min olan, takva sahibidir.” diyorlar. Mü’min olan takva sahibi degildir. Mü’min olan kisinin takva sahibi olabilmesi için Allah’a ulasmayi dilemesi lâzimdir. Söyledigimiz Rum Suresinin 31. âyet-i kerimesinde Allahû Tealâ: “Allah’a yönel ve takva sahibi ol.” diyor. Yani Allah’a yönelmeyen kisinin takva sahibi olmadigi vurgulaniyor. Allah’a ulasmayi dileyen kisi takva sahibidir. Burada, Allah’a inananlardan sadece Allah’a ulasmayi dileyenler takva sahibi olabilirler. Rum Suresinin 31. âyet-i kerimesi bunu söylüyor. Bu, 1. takvadir.
Enfal Suresinin 29. âyet-i kerimesine bakiyoruz. Allahû Tealâ söyle söylüyor:

-8/ENFÂL-29: Yâ eyyuhellezîne âmenû in tettekullâhe yec’al lekum furkânen ve yukeffir ankum seyyiâtikum ve yagfir lekum, vallâhu zul fadlil azîm(azîmi).
Ey âmenû olanlar, Allah’a karsi takva sahibi olursaniz sizi furkan (hak ve bâtili ayirma özelligi) sahibi kilar! Ve sizden (sizin) günahlarinizi örter ve size magfiret eder (günahlarinizi sevaba çevirir). Ve Allah, büyük fazl sahibidir.


“Ey âmenû olanlar, eger Allah’a karsi takva sahibi olursaniz, o zaman Allah sizin için furkanlar kilar, sizi furkanlarin sahibi yapar ve sizin seyyiatinizi örter ve size magfiret eder. Onlar ki fazz’ul azîmin sahibidirler.”
Burada Allahû Tealâ’nin ifade ettigi kisi, âmenûdur. Kisi Allah’a inaniyor, mü’min. Ama takva sahibi degil. Takva sahibi olmasi için Allah’a ulasmayi dilemesi lâzimdir. Dilerse ne olacaktir? 1. kademe takvanin sahibi olacaktir.
Takva kademeleri:

Allah’a ulasmayi dilemek, 1. kademe takva,
Mürside ulasip tâbî olmak, 2. kademe takva,
Ruhu Allah’a ulastirmak, 3. kademe takva,
Fizik vücudu Allah’a teslim etmek, 4. kademe takva,
Nefsi Allah’a teslim etmek, 5. kademe takva,
Muhlis olmak, 6. kademe takva.
Iradeyi teslim etmek, 7. kademe takvayi ifade eder.
Bunlardan 1. takvayi gördük. Kisi âmenûdur. Allah’a inaniyor ama takva sahibi degildir. Allah’a ulasmayi dilememistir. Enfal Suresinin 29. âyet-i kerimesi bunu söylüyor. Kisi, Allah’a ulasmayi diledigi takdirde takva sahibi olacaktir.
Yunus Suresinin 62 ve 63. âyet-i kerimelerinde Allahû Tealâ diyor ki:

-10/YÛNUS-62: E lâ inne evlîyâ allâhi lâ havfun aleyhim ve lâ hum yahzenûn(yahzenûne).
Muhakkak ki Allah’in evliyasina (dostlarina), korku yoktur. Onlar, mahzun da olmazlar, öyle degil mi?

-10/YÛNUS-63: Ellezîne âmenû ve kânû yettekûn(yettekûne).
Onlar, âmenûdurlar (ölmeden evvel Allah’a ulasmayi dileyenlerdir) ve takva sahibi olmuslardir.


“O Allah’in evliyasi var ya onlara korku yoktur, onlar mahzun da olmazlar. Onlar âmenûdurlar ve takva sahibi olmuslardir.”
Bu 2. âmenû olustur. Burada kisi takva sahibidir. Kisi, Allah’a ulasmayi dilemis ve takva sahibi olmustur. Rum-31’de Allahû Tealâ: “Munîbîne ileyhi vettekûhu” diyor. Burada da “âmenû ve takva sahibi” ifadesi yer almaktadir.
Demek ki iki nev’i âmenû olan kisi vardir. Bunlar;

Allah’a inanan kisi vardir. Bunlar Allah’a ulasmayi dilemedikleri için takva sahibi degildirler.
Bu inananlardan, kim Allah’a mülâki olmayi dilerse, ruhunu Allah’a ulastirmayi dilerse, sadece onlar takva sahibi olurlar.
Allah’a ulasmayi dilemek 1. takvanin sahibi olmak demektir. Yunus-62 ve 63’te de Allahû Tealâ ayni seyi söylemektedir. Allah’a ulasmayi dilemedikçe, Allah’a inanan hiçbir kisi takva sahibi olamaz, cennete ulasabilecek olan bir mü’min de olamaz. Allah’a inanmak baska seydir, cennete girmek baska seydir. Allah’a inaniyor diye bir insan, asla Allah’in cennetine giremez. Uydurma hadîslerle, Kur’ân’a kimse karsi çikamaz. Karsi çikan, âyetler karsisinda susmak mecburiyetindedir.
“Kalbinde zerre kadar îmân olan cennete girer.” diyorlar. Cennete sadece takva sahipleri girer. Allahû Tealâ, cennete girenlerin sadece takva sahipleri oldugunu ve cenneti takva sahipleri için hazirladigini söylüyor. Iste Kaf Suresinin 31 ve 32. âyetleri:

-50/KAF-31: Ve uzlifetil cennetu lil muttekîne gayre baîdin.
Ve cennet, takva sahipleri için uzak olmayarak yaklastirildi.

-50/KAF-32: Hâzâ mâ tûadûne li kulli evvâbin hafîz(hafîzin).
Iste size vaadolunan sey budur (cennettir). Bütün evvab (ruhu Allah’a ulasarak siginmis), ve hafîz olanlar (baslarinin üzerine devrin imaminin ruhu ulasmis olanlar) için.


“Cennet, takva sahipleri için uzak olmayarak yaklastirildi. Iste vaadoldugunuz sey, bu cennettir. Buyurun cennete girin.”
Kim bu insanlar? Bunlar, takva sahipleridir. Insan Allah’a ulasmayi dilemedikçe, takva sahibi olmuyorsa; o zaman Allah’in cennetine de girmesi mümkün degildir. Bir kisinin Allah’in cennetine girebilmesi, mutlak olarak onun takva sahibi olmasini ifade eder. Bu da âmenû olanlardan, Allah’a inanlardan sadece Allah’a ulasmayi dileyenler için geçerlidir.
Görüyoruz ki, Allah’a ulasmayi dileyen kisi için kurtulus vardir. Onlar âmenû olanlardan, mü’minlerden Allah’a ulasmayi dileyenlerdir. Onlar, takva sahibi olanlardir.
1. kat takva sahipleri 1. kat cennete girerler. 2. takvanin sahipleri ise 2. kat cennete girerler.
2. takvaya bakiyoruz. Mürsidine ulasan ve tâbî olan kisi 2. kat cennetin ve 2. takvanin sahibidir. Allahû Tealâ söyle buyuruyor:

-5/MÂIDE-35: Yâ eyyuhellezîne âmenûttekûllâhe vebtegû ileyhil vesîlete ve câhidû fî sebîlihî leallekum tuflihûn(tuflihûne).
Ey âmenû olanlar (Allah’a ulasmayi, teslim olmayi dileyenler); Allah’a karsi takvâ sahibi olun ve O’na ulastiracak vesileyi isteyin. Ve O’nun yolunda cihad edin. Umulur ki böylece siz felâha erersiniz.


Yâ eyyuhellezîne âmenûttekûllâhe: Ey âmenû olanlar, Allaha ulasmayi dileyenler, 1. takvanin sahipleri, takva sahibi olun. Yani 2. takvanin sahibi olun
vebtegû ileyhil vesîlete: Ibtiga edin, isteyin. Sizi O’na ulastirmaya vesile olani Allah’tan isteyin.
ve câhidû fî sebîlihi: Ve Allah’in yolunda cihat edin.
leallekum tuflihûn(tuflihûne): Umulur ki böylece felâha erersiniz.
Allah’in buradaki dizaynina baktigimiz zaman görüyoruz ki; Allah’a inananlardan sadece Allah’a ulasmayi dileyenler 1. takvanin sahibidir. Bunlardan da 2. takvaya ulasabilecek olanlar, Allah’tan mürsidini isteyecek olanlardir. Hacet namazini kilip kim Allah’tan mürsidini isterse onlar, 2. takvanin sahipleridir. Allahû Tealâ buyuruyor ki:

-57/HADÎD-28: Yâ eyyuhellezîne âmenûttekullahe ve âminû bi resûlihi yu’tikum kifleyni min rahmetihi ve yec’al lekum nûren temsûne bihi ve yagfir lekum, vallahu gafûrun rahîm(rahîmun).
Ey âmenû olanlar (ölmeden önce Allah’a ulasmayi dileyenler), Allah’a karsi takva sahibi olun. Ve O’nun Resûl’üne îmân edin ki, size rahmetinden iki kat versin. Ve sizin için, onunla beraber yürüyeceginiz nur kilsin (versin). Ve sizi magfiret etsin (günahlarinizi sevaba çevirsin). Ve Allah; Gafûr’dur, Rahîm’dir.


“Ey îmân edenler! Allah’a karsi takva sahibi olun ve resûlüne îmân edin ki size rahmetinden iki kat versin ve kendisiyle yürüyeceginiz bir nur kilsin ve size magfiret etsin.”
Buradaki îmân kelimesi, resûle tâbî olmadan evvelki kademeyi ifade ediyor. Kisi evvelâ resûle îmân eder ve bu îmânin neticesinde tâbiiyetini gerçeklestirir. Buradaki muhtevaya bakiyoruz: Resûle îmân etmek. Resûle îmân edince Allah’a ulasmayi dilemek söz konusu oluyor. Kisi diliyor ve 2. takvanin sahibi oluyor.
Bir sonraki asamada 3. takvayi görüyoruz. Kaf-31 ve 32’de Allahû Tealâ diyor ki:

-50/KAF-31: Ve uzlifetil cennetu lil muttekîne gayre baîdin.
Ve cennet, takva sahipleri için uzak olmayarak yaklastirildi.

-50/KAF-32: Hâzâ mâ tûadûne li kulli evvâbin hafîz(hafîzin).
Iste size vaadolunan sey budur (cennettir). Bütün evvab (ruhu Allah’a ulasarak siginmis), ve hafîz olanlar (baslarinin üzerine devrin imaminin ruhu ulasmis olanlar) için.


“Cennet, bütün evvab ve hafîz olanlar için, takva sahiplerine uzak olmayarak yaklastirildi. Iste size vaad edilen cennet budur.”
Allahû Tealâ burada iki ifade kullaniyor;

Evvab olanlar
Hafîz olanlar.
Bir önceki takvadan hareket edelim. Kisi Allah’a ulasmayi diliyor. Kör, sagir ve dilsizken Allah ona furkanlar veriyor. Kisiyi gören, isiten ve idrak eden bir hüviyete sokuyor. Bu kisi, önce husû sahibi oluyor, mürsidini Allah’tan isteyebilecek olan bir noktaya ulasiyor. Daha sonra Allahû Tealâ’ya müracaat ediyor. Böyle bir kisi Allah’tan mürsidini talep etmek mecburiyetindedir. Kisi Allah’tan mürsidini talep eder ve ona ulasir. Maide Suresinin 35. âyet-i kerimesindeki 2. takvanin sahibi olur. Burada Allahû Tealâ’nin kisinin mürsidine ulasma safhasindaki muhtevasi vardir.
Allahû Tealâ bu konuyu Hadid-28’de söyle buyurmustur: “Ey îmân edenler, Allah’a karsi takva sahibi olunuz.” diyor. Daha ne diyor? “Ve resûlüne tâbî olun ki, size rahmetinden iki kat versin. Rahmetle fazl, rahmetle salâvât. Ve kendisiyle yürüyeceginiz bir nur kilsin (devrin imaminin ruhu basinizin üzerine gelsin) ve size magfiret etsin (günahlarinizi sevaba çevirsin).” diyor. Buradaki takva, o kisinin günahlarinin sevaba çevrildigi, mürsidine tâbî oldugu noktadir.
Kaf Suresinin 31 ve 32. âyet-i kerimelerinde Allahû Tealâ: “Cennet takva sahipleri için uzak olmayarak yaklastirildi. Iste vaad oldugunuz sey budur.” diyor. Orada vaad olunan seylerden bahsedilirken bir baska olayla karsilasiyoruz. Allahû Tealâ iki gruptan bahsediyor: Evvab olanlar ve hafîz olanlar.
3. safhada kim ruhunu Allah’a ulastirirsa; o kisinin ruhu Allah’in Zat’ina ulasir. Allah’in Zat’i o kisinin ruhuna meab olur. Allahû Tealâ Nebe Suresinin 39. âyet-i kerimesinde buyuruyor ki:

-78/NEBE-39: Zâlikel yevmul hakk(hakku), fe men sâettehaze ilâ rabbihî meâbâ(meâben).
Iste o gün (mürsidin eli Hakk’a ulasmak üzere öpüldügü ve ona tâbî olundugu gün), Hakk günüdür. Dileyen (Allah’a ulasmayi dileyen) kisi, kendisine Rabbine ulastiran (yolu, Sirati Mustakîm’i) yol ittihaz eder (edinir). (Allah’a ulasan kisiye Allah) meab (siginak, melce) olur.


Iste o gün, mürsidin eli Hakk'a ulasmak üzere öpüldügü ve ona tâbî olundugu gün, Hakk günüdür. Allah'a ulasmayi dileyen kisi, kendisini Rabbine ulastiran yolu, Sirati Mustakîm'i yol ittihaz eder. Kimin ruhu Allah’a ulasirsa, Sirati Mustakîm’i takip ederek ulasirsa, Allah o kisinin ruhuna meab olur. Allahû Tealâ buyuruyor ki:

-3/ÂLI IMRÂN-14: Zuyyine lin nâsi hubbus sehevâti minen nisâi vel benîne vel kanâtîril mukantarati minez zehebi vel fiddati vel haylil musevvemeti vel en’âmi vel hars(harsi), zâlike metâul hayâtid dunyâ, vallâhu indehu HUSNUL MEÂB(meâbi).
Insanlara, kadinlarin, ogullarin, kantar kantar altinlarin ve gümüslerin salma (nisaneli) atlarin, davarlarin ve ekinlerin sevgisi süslendi (güzel gösterildi). Bunlar, dünya hayatinin metaidir (malidir). Ve Allah, O’nun (Allah’in) katinda Hüsnül Meab’tir (en güzel siginaktir).


“Andolsun ki Allah’in katindaki en güzel siginak Allah’in Zat’idir.”
Öyleyse kimin ruhu Allah’a ulasmissa o kisinin adi, “meaba siginan” mânâsina gelen “evvab” olur. O kisi artik evvab olmustur. Allah’a ruhunu ulastiran ve ruhu Allah’in Zat’inda yok olan bir kisi olmustur.
Kisi mürsidine ulastigi zaman, devrin imaminin ruhu o kisinin basinin üzerine gelir ve o kisinin ruhuna: “Senin Allah’a ulasma günün geldi, vücudu terk et.” der.

-40/MU'MIN-15: Refîud derecâti zul ars(arsi), yulkir rûha min emrihî alâ men yesâu min ibâdihî li yunzire yevmet telâk(telâki).
Dereceleri yükselten ve arsin sahibi olan Allah, kullarindan (Kendisine ulastirmayi) diledigi kisinin (Allah’a ulasmayi diledigi için Allah’in da Kendisine ulastirmayi diledigi kisinin) üzerine (basinin üzerine) Allah’a ulasma gününün geldigini (o kisinin ruhuna) ihtar etmek için, emrinden (Allah’in emrini teblig edecek) bir ruh (devrin imaminin ruhunu) ulastirir.


Ruh, vücudu terk eder. Devrin imaminin dergâhina gider. Oradaki diger ruhlarla beraber evvelâ 1. kata kadar çikabilir. Sonra 2. kata kadar çikabilir. Sonra sirasiyla her katta bir süre beklemek suretiyle 3., 4., 5., 6. ve 7. gök katina çikar. 7. katin 7 tane âlemini geçer. 7. âlem olan Indî Ilâhi’den, Sidretül Münteha’nin üzerinden Allah’a dogru yola çikar, Allah’in Zat’ina ulasir. Bu yolculugun adi “seyr-i sülûk”tur. Seyri sulûk’un sonunda Allah’in Zat’ina ulasan kisi, Allah’in Zat’inda ruhunun yok oldugu noktaya ulasir.
Ruhu Allah’in Zat’inda yok olan kisi, “evvab” adini alir. Artik o kisi evvab olmustur. Allahû Tealâ’nin Indi’nde bu hedeflere ulasan kisi için burada evvab olmak söz konusudur. Meaba siginmak söz konusudur.
Ruh 1., 2., 3., 4., 5., 6. ve 7. gök katlarini asip, Allah’in Zat’ina ulasacaktir. Ruh, 21. basamakta Allah’in Zat’ina ulasir. 22. basamakta, Allah’in Zat’inda yok olur. Ruhu Allah’in Zat’inda yok olan kisi evvablar takvasinin sahibi olur.
Bu noktadan sonra kisinin zikri daha çok artacaktir ve bir gün o kisinin ruhuna Allah’in katinda bir taht verilecektir. O tahtin üzerinde artik o ruh devamli kalacaktir. Tahtlar huzur namazinin kilindigi yerde, Indî Ilâhi’dedir. Eger huzur namazina arkadan bakiyorsaniz; imamin sol tarafinda boslukta duran birçok taht göreceksiniz. Nasil boslukta oldugunu görmeniz mümkün degildir. Çünkü oradaki arsi tutan melekler, görünmeyen durumdadirlar. Allah’in katindaki bu taht ihsani, En’am Suresinin 127. âyet-i kerimesinde ifade edilmektedir:

-6/EN'ÂM-127: Lehum dârus selâmi inde rabbihim ve huve veliyyuhum bimâ kânû ya’melûn(ya’melûne).
Rab’lerinin katinda onlar için selâm yurdu (teslim yurdu) vardir. Yapmis olduklarindan dolayi, O (Allah), onlarin dostudur.


Allahû Tealâ: “Onlara Allah’in katinda altin taht ihsan edilir.” diyor.
Iste bu kademede kisi, Allahû Tealâ’nin yolunda ilerlemeye devam eder ve daha sonra bu kisinin zikri günün yarisini asar. Kisi yeni bir safhaya gelir, zahid olur. Daha sonra kisinin fizik vücudu da Allah’a teslim olur. Nefsinin kalbindeki nurlar %80’i astigi zaman, o kisinin fizik vücudu, nefsinin kalbindeki %19 afet ne söylerse söylesin, onlara hiç aldirmaz, onlari yok sayar. Allah’in bütün emirlerini yerine getirmeye, yasak ettigi hiçbir fiili islememeye baslar. Iste bu seviyede kisi, fizik vücudunu Allah’a teslim etmistir.
Buradaki takva müessesesine baktigimiz zaman, Al-i Imran Suresinin 133. âyet-i kerimesinde Allahû Tealâ’nin söyle söyledigini görüyoruz:

-3/ÂLI IMRÂN-133: Ve sâriû ilâ magfiretin min rabbikum ve cennetin arduhâs semâvâtu vel ardu, uiddet lil muttekîn(muttekîne).
Rabbinizden magfirete ve arzi (yerleri) göklerle yer kadar olan cennete kosusun ki; (o cennet), takva sahipleri için hazirlanmistir.


“Rabbinizden magfirete ve arzi yerlerle gökler kadar olan cennete kosusun ki o, takva sahipleri için hazirlanmistir.”
Bu 133. âyet-i kerime vasif vermiyor. Yani bu takvanin sahibi olan kisi hangi kademedeki bir takvanin sahibidir? Herhangibir isaret yok. Bir sonraki âyet-i kerimeye bakiyoruz. Allahû Tealâ söyle buyuruyor:

-3/ÂLI IMRÂN-134: Ellezîne yunfikûne fîs serrâi ved darrâi vel kâzimînel gayza vel âfîne anin nâs(nâsi), vallâhu yuhibbul muhsinîn(muhsinîne).
O (takva sahipleri) ki; bollukta da, darlikta da (Allah için) infâk ederler (ihtiyaç sahiplerine verirler). Öfkelerini yutarlar ve insanlari affederler. Allah, muhsinleri sever.


“O takva sahipleri ki onlar, darlikta da bollukta da infâk ederler ve öfkelerini yutarlar.”
Kisi öfkesini yutabilen bir noktaya ulasmistir. Nefsinin afetleri henüz yok olmamistir. Öfkesi vardir ama kisi öfkesini yutabiliyor. Demek ki %19 afet faaliyette ama kisi Allah’in emirlerini yerine getiriyor. Allahû Tealâ burasini, fizik vücudun teslimini ifade eden “muhsin” kelimesiyle degerlendirerek; o kademenin mahalli oldugunu ifade ediyor.
vallâhu yuhibbul muhsinîn(muhsinîne): Allah muhsinleri sever.
Muhsin, fizik vücudunu Allah’a teslim eden kisidir. Al-i Imran Suresinin 133. ve 134. âyetlerindeki bu takva; muhsinler takvasidir. Yani fizik vücudun teslimini içerir. Allahû Tealâ söyle buyuruyor:

-4/NISÂ-125: Ve men ahsenu dînen mimmen esleme vechehu lillâhi ve huve muhsinun vettebea millete ibrâhîme hanîfâ(hanîfen), vettehazallâhu ibrâhîme halîlâ(halîlen).
O kisiden, vechi (fizik vücudu) dînde daha ahsen kim vardir? O kisi ki; vechini (fizik vücudunu) Allah’a teslim etmis ve muhsinlerden olmustur ve hanif olarak Hz. Ibrâhîm’in dînine tâbî olmustur. Ve Allah, Hz. Ibrâhîm’i dost ittihaz etmistir.

                                                            
“O kisi ki vechini (fizik vücudunu) Allah’a teslim etmis ve muhsinlerden olmustur. Ondan daha ahsen kim vardir?”
Iste bu ahsen hüviyeti korumak söz konusudur. Fizik vücut Allah’a teslim olmustur. Fizik vücudunu Allah’a teslim eden kisiye Allahû Tealâ “muhsin” diyor. Burada kisi, öfkesi oldugu halde öfkesini tutabilmektedir. Bu, fizik vücudun tesliminin açik belirtisidir. Çünkü nefsin afetleri hâlâ vardir ve de intikam almak istiyor. Ama bu kisi, fizik vücudunu Allah’a teslim etmis birisi olarak gayzini, öfkesini tutmayi basariyor.
Fizik vücudun tesliminden evvel, mutlaka bir insanin zikrini günün yarisindan öteye çikarmasi lâzimdir. Kisinin zikri günün yarisindan öteye geçmezse; o zaman o kisi, nefs tezkiyesini fizik vücudunu teslim edecek seviyede gerçeklestirmemis demektir. Hiç kimse bu kademeden geçmeden hedefe yürüyemez. Yani kisinin fizik vücudunu teslim etmesi, mutlaka daha evvel zikrini günün yarisindan öteye geçirmesine baglidir.
Bundan 14 asir evvel bütün sahâbe, Allah’a ulasmaya dilemisler, mürsidlerine ulasmislar, ruhlarini Allah’a ulastirmislar, fizik vücutlarini Allah’a teslim etmisler ve 4. takvanin sahibi olmuslardir.
Bütün sahâbe Allah’a ulasmayi dilediler mi? 1. takvanin sahibi oldular mi? Kesin. Allahû Tealâ diyor ki:

-39/ZUMER-17: Vellezînectenebût tâgûte en ya’budûhâ ve enâbû ilâllâhi lehumul busrâ, fe bessir ibâd(ibâdi).
Ve onlar ki; taguta (insan ve cin seytanlara) kul olmaktan içtinap ettiler (kaçindilar, kendilerini kurtardilar). Çünkü Allah’a yöneldiler (Allah’a ulasmayi dilediler). Onlara müjdeler vardir. Öyleyse kullarimi müjdele!


Allahû Tealâ: “Onlar taguta kul olmaktan içtinab ettiler, kaçindilar, kendilerini kurtardilar. Allah’a yöneldiler. Bu sebeple taguta kul olmaktan kurtulup, Allah’a kul oldular. Onlara müjdeler vardir. (Hem cennet müjdesi hem dünya müjdesi.) Kullarimi müjdele.” diyor.
Demek ki sahâbe, taguta kul iken, Allah’a ulasmayi dilemisler ve Allah’a kul olmuslardir.
Sahâbe, mürsidlerine tâbî oldular mi? Kâinatin en büyük mürsidine, Peygamber Efendimiz (S.A.V)’e tâbî oldular. Allahû Tealâ söyle buyuruyor:

-48/FETIH-10: Innellezîne yubâyiûneke innemâ yubâyiûnallâh(yubâyiûnallâhe), yedullâhi fevka eydîhim, fe men nekese fe innemâ yenkusu alâ nefsih(nefsihî), ve men evfâ bi mâ âhede aleyhullâhe fe se yu’tîhi ecren azîmâ(azîmen).
Muhakkak ki onlar, sana tâbî olduklari zaman Allah’a tâbî olurlar. Onlarin ellerinin üzerinde (Allah senin bütün vücudunda tecelli ettigi için ellerinde de tecelli etmis oldugundan) Allah’in eli vardir. Bundan sonra kim (ahdini) bozarsa, o taktirde sadece kendi nefsi aleyhine bozar (Allah’a verdigi yeminleri, ahdleri yerine getirmedigi için derecesini nakisa düsürür). Ve kim de Allah’a olan ahdlerine vefa ederse (yeminini, misakini ve ahdini yerine getirirse), o zaman ona en büyük mükâfat (ecir) verilecektir (cennet saadetine ve dünya saadetine erdirilecektir).


“Habibim sana tâbî olmak Allah’a tâbî olmaktir. Orada sana tâbî olduklarinda onlarin elinin üstünde Allah’in eli vardi.”
Bütün sahâbe Peygamber Efendimiz (S.A.V)’e tâbî olmuslar ve 2. takva olan, tâbiiyet takvasini yasamislardir.
Bütün sahâbe, ruhlarini Allah’a ulastirdilar mi? Evet, hepsi hidayete erdiler. Allahû Tealâ söyle buyuruyor:

-39/ZUMER-18: Ellezîne yestemiûnel kavle fe yettebiûne ahseneh(ahsenehu), ulâikellezîne hedâhumullâhu ve ulâike hum ulûl elbâb(elbâbi).
Onlar, sözü isitirler, böylece onun ahsen olanina tâbî olurlar. Iste onlar, Allah’in hidayete erdirdikleridir. Ve iste onlar; onlar ulûl’elbabtir (daimî zikrin sahipleri).


“Onlar sözü dinlerler, sözün ahsen olanina tâbî olurlar. Onlar hidayete erdiler, ulûl’elbab oldular.”
Hidayete ermek ruhu Allah’a ulastirmaktir:

-3/ÂLI IMRÂN-73: Ve lâ tu’minû illâ li men tebia dînekum, kul innel hudâ hudallâhi en yu’tâ ehadun misle mâ ûtîtum ev yuhâccûkum inde rabbikum, kul innel fadla bi yedillâh(yedillâhi), yu’tîhi men yesâ’(yesâu), vallâhu vâsiun alîm(alîmun).
Ve sizin dîninize tâbî olandan baska kimseye inanmayin. (Habibim) de ki: “Hiç süphesiz HIDAYET, Allah’in (Kendisine) ulastirmasidir. (Insan ruhunun ölümden evvel Allah’a ulasmasidir.) Size verilenin bir benzerinin baska birine verilmesi (sebebiyle mi) veya Rabbinizin katinda (sizlerle) tartisacaklari için mi (böyle söylüyorsunuz)?” De ki: “Hiç süphesiz fazl, Allah’in elindedir. Onu diledigine verir.” Ve Allah, Vâsi’un Alîm’dir. (Allah herseyi kusatan ve herseyi bilendir.)


“Muhakkak ki hidayet Allah’a ulasmaktir.”

-2/BAKARA-120: Ve len terdâ ankel yahûdu ve len nasârâ hattâ tettebia milletehum kul inne hudâllâhi huvel hudâ ve leinitteba’te ehvâehum ba’dellezî câeke minel ilmi, mâ leke minallâhi min veliyyin ve lâ nasîr(nasîrin).
Sen onlarin dînine tâbî olmadikça (uymadikça) ne yahudiler ve ne de hristiyanlar senden (asla) razi olmazlar. De ki: “Muhakkak ki Allah’a ulasmak (var ya) iste o, hidayettir.” Sana gelen bunca ilimden sonra eger onlarin hevalarina uyarsan andolsun ki; Allah’tan sana ne bir dost ve ne de bir yardimci olur.


inne: Muhakkak ki
hudâllâhi: Allah’a ulasmak
huve: Iste o
el hudâ: Hidayettir
Böylece görüyoruz ki, bütün sahâbe ruhlarini Allah’a ulastirmislar, hepsi hidayete ermislerdir.
Bütün sahâbe, fizik vücutlarini Allah’a teslim etmisler midir? Kesin. Al-i Imran Suresinin 20. âyet-i kerimesinde Allahû Tealâ, bütün sahâbenin bu hedefe ulastiklarini, fizik vücutlarini Allah’a teslim ettiklerini söylüyor:

-3/ÂLI IMRÂN-20: Fe in hâccûke fe kul eslemtu vechiye lillâhi ve menittebean(menittebeani), ve kul lillezîne ûtûl kitâbe vel ummiyyîne e eslemtum, fe in eslemû fe kadihtedev, ve in tevellev fe innemâ aleykel belâg(belâgu), vallâhu basîrun bil ibâd(ibâdi).
Eger seninle tartismaya kalkarlarsa, o zaman de ki: “Ben ve bana tâbî olanlar vechimizi (fizik vücudumuzu) Allah’a teslim ettik.” O kitap verilenlere ve ÜMMÎ’lere de ki: “Siz de (fizik vücudunuzu Allah’a) teslim ettiniz mi?” Eger teslim ettilerse o zaman (onlar) andolsun ki; hidayete ermislerdir. Eger yüz çevirirlerse, o zaman sana düsen (görev) ancak tebligdir. Allah kullarini BASÎR’dir (görendir).


“Habibim o ümmîlere ve kitap sahiplerine de ki: “Ben ve bana tâbî olanlar biz hepimiz, fizik vücudumuzu Allah’a teslim ettik.”
Bütün sahâbe bunu gerçeklestirmislerdir. Öyleyse bundan 14 asir evvel bütün sahâbe, bu takvayi da, fizik vücudu teslim takvasini da yasamislardir. Onlar muhsinler olarak degerlendirilmektedirler.
Allahû Tealâ: “O takva sahipleri ki, onlar bollukta da, darlikta da infâk ederler. Yani, nefslerinin afetleri onlari sikistirir ama onlar muhakkak infâk ederler ve öfkelerini yutarlar. Yaptiklari hatalardan sonra insanlari affederler. Allah muhsinleri sever.” diyor. Allahû Tealâ onlarin muhsin oldugunu söylüyor. Bütün sahâbe muhsin olmak serefine ermislerdir. Muhsinler takvasi 4. takvadir, fizik vücudun teslimidir ve Al-i Imran-133 ve 134’de anlatilmaktadir.
Bundan sonra ne olacaktir? Bundan sonra kisi, zikrini arttiracaktir ve daimî zikre ulasacaktir. Daimî zikre ulasan kisi ulûl’elbab’tir. Allahû Tealâ Al-i Imran Suresinin 191. âyet-i kerimesinde, ulûl’elbab’in vasiflarini veriyor:

-3/ÂLI IMRÂN-191: Ellezîne yezkurûnallâhe kiyâmen ve kuûden ve alâ cunûbihim ve yetefekkerûne fî halkis semâvâti vel ard(ardi), rabbenâ mâ halakte hâzâ bâtilâ(bâtilan), subhâneke fekinâ azâben nâr(nâri).
O (Ulûl’elbab) ki; (lübblerin, Allah’in sir hazinelerinin sahipleri), onlar ayakta iken, otururken ve yan üstü yatarken (hep) Allah’i zikrederler. Göklerin ve yerin yaratilisi hakkinda tefekkür ederler. (Ve derler ki): “Ey Rabbimiz! Sen, bunlari bâtil olarak (bosuna) yaratmadin. Seni tesbih (tenzih) ederiz. Bizi, atesin azabindan koru.”


Ulûl’elbab için ayaktayken de otururken de yan üstü yatarken de hep Allah’i zikretmek söz konusudur. Ulûl’elbab’in temel fonksiyonu ayaktayken de otururken de yan üstü yatarken de hep Allah’i zikretmek suretiyle Allah’in katinda takva sahibi olmaktir. Bu takva, fizik vücudun teslimi olan 4. kademeden sonraki, nefsin teslimini ifade eden 5. kademedir.
Bütün sahâbe ulûl’elbab olmuslar midir? Zumer Suresinin 18. âyet-i kerimesi bütün sahâbenin ulûl’elbab oldugunu söylüyor:

-39/ZUMER-18: Ellezîne yestemiûnel kavle fe yettebiûne ahseneh(ahsenehu), ulâikellezîne hedâhumullâhu ve ulâike hum ulûl elbâb(elbâbi).
Onlar, sözü isitirler, böylece onun ahsen olanina tâbî olurlar. Iste onlar, Allah’in hidayete erdirdikleridir. Ve iste onlar; onlar ulûl’elbabtir (daimî zikrin sahipleri).


Allahû Tealâ söyle buyuruyor:

-16/NAHL-128: Innallâhe meallezînettekav vellezîne hum muhsinûn(muhsinûne).
Muhakkak ki Allah, takva sahipleri ile beraberdir. Ve onlar, muhsinlerdir.


“Allah takva sahiplerini sever. Onlar muhsinlerdir.”
Allahû Tealâ burada: “Muhsin olan takva sahipleri” dedigine göre gene 4. takvayi ifade ediyor. Allahû Tealâ söyle buyuruyor:

-7/A'RÂF-201: Innellezînettekav izâ messehum tâifun mines seytâni tezekkerû fe izâhum mubsirûn(mubsirûne).
Muhakkak ki; takva sahibi kimseler seytandan onlara gözü bürüyen bir vesvese dokundugu zaman (Allah’i) tezekkür ederler (Allah’la tezekkür ederler). Iste o zaman onlar, basar edenlerdir (kalp gözlerinin basar hassasi ile görürler: Casiye-23).


“Muhakkak ki takva sahibi kimseler, seytandan onlara gözü bürüyen bir vesvese dokundugu zaman Allah’i tezekkür ederler. Iste o zaman onlar basar edenlerdir, kalp gözlerinin basar hassasiyla görenlerdir.”
Burada ulûl’elbabin özelliklerine bakiyoruz: Ulûl’elbab daimî zikrin sahipleridir. Daimî zikrin sahiplerinin özellikleri sunlardir:

Bu kisi, daimî zikrin sahibidir.
Daimî zikir sebebiyle nefsinin kalbinde hiç afet kalmaz.
Nefsinin kalbinde hiç afet kalmadigi için, kalbi tamamen nurla doldugu için, mutlaka onlarin kalp gözü açilir.
Kalp kulagi açilir.
Bu 4 özellik, ulûl’elbab olmanin 4 temel sartidir. Bunlara bagli olarak 3 tane de sonuç sarti vardir:

Bu kisi ehli tezekkür olmustur. Her an Allah ile tezekkür etmek imkânin sahibidir.
Bu kisi, ehli hayir olmustur. Daimî zikrin sahibi olmasi sebebiyle, devamli deracat kazanmaktadir. Bunun için ehli hayir denilir.
Bu kisi, ehli hikmettir. Yani ehli hükümdür. Hâkim veya hakem olarak vazifelendikleri zaman mutlaka Allah ile tezekkür ederek, Allah’tan sorarak karar verecekleri için adaletlerinde mutlak isabet kaydederler. Allahû Tealâ onlari bu istikamette degerlendirir. Öbür taraftan bu insanlar Kur’ân-i Kerim’in âyetlerine baktiklari zaman bu âyetlerin, 28 basamaktan hangi basamaga ait oldugunu hemen o âyetten çikarirlar.
Iste ulûl’elbabin özellikleri bunlardir. Daimî zikrin sahipleri, Allah ile her an tezekkür edebilen, ehli hayir ve ehli hükümdür.
A’raf-201’de Allahû Tealâ, 5. safhadaki bu ulûl’elbab makaminin özelliklerini veriyor, diyor ki: “Onlar, Allah ile tezekkür ederler. Onlar basar edenlerdir. Kalp gözleriyle görenlerdir.” Bu insanlarin kalp gözüyle görmeleri söz konusudur. Ulûl’elbab için ehli tezekkür müessesesi vardir. Allahû Tealâ söyle buyuruyor:

-3/ÂLI IMRÂN-7: Huvellezî enzele aleykel kitâbe minhu âyâtun muhkemâtun hunne ummul kitâbi ve uharu mutesâbihât(mutesâbihâtun), fe emmellezîne fî kulûbihim zeygun fe yettebiûne mâ tesâbehe minhubtigâel fitneti vebtigâe te’vîlih(te’vîlihi), ve mâ ya’lemu te’vîlehû illâllâh(illâllâhu), ver râsihûne fîl ilmi yekûlûne âmennâ bihî, kullun min indi rabbinâ, ve mâ yezzekkeru illâ ulûl elbâb(elbâbi).
O (Allah) ki; Kitab’i, sana O indirdi. O’ndan bir kismi muhkem (mânâsi açik, yorum götürmez, süphe kabul etmez) âyetlerdir ki; bunlar, (Levhi Mahfuz’daki) ümmülkitapta (yer alan açik ve kesin âyetler)dir. Digerleri ise mütesabih (mânâsi kapali, açiklama isteyen) âyetlerdir. Kalplerinde egrilik (ve döneklik) bulunanlar, fitne çikarmak ve (kendi yararina uygun) tevîlde (yorumda) bulunmak istedikleri için o (Kitab’)in mütesabih olan kismina uyarlar. Halbuki onlarin tevîlini, kimse bilmez ancak Allah bilir. Ilimde derinlesmis olan rasihun (rüsuh sahipleri) ise derler ki: “O’na îmân ettik, hepsi de Rabbimiz katindan (indirilme)dir.” Bunu kimse tezekkür edemez ancak ulûl’elbab tezekkür edebilir.


“Iste sana Kur’ân’i indiren o Allah’tir ki o Kur’ân’da muhkem âyetler de var, mütesabih âyetler de. Muhkem âyetler, ümmülkitabin esasini teskil eder. Mütesabih âyetlerin gerçek anlamini ise Allah’tan baska kimse bilmez. Kalplerinde zeyg olanlar, o âyetleri kullanarak insanlari fitneye sokmak isterler. Ilimde derinlesmis olan kisiler de derler ki: Bunlar muhakkak ki Allah’in katindandir. Ama onlar da bu âyetlerin mânâsini tezekkür edemezler. Ilimde köklesmis olan rasihun (rüsuh sahipleri), onlar da bu âyetlerin tezekkürünü gerçeklestirmezler. illâ ulûl elbâb(elbâbi): Sadece ulûl’elbab tezekkür edebilir.”
Allahû Tealâ A’raf-201’de, 5. safhanin takvasini verirken, onlarin takva sahibi olduklarini, tezekkür ettiklerini ve kalp gözüyle basar ettiklerini söylemektedir.
Bu takvadan sonraki takva, ihlâs takvasidir ve ulûl’elbab olan kisinin, ulûl’elbab olduktan sonraki kademesi ihlâs kademesidir. Iste Bakara Suresinin 179. âyet-i kerimesinde Allahû Tealâ diyor ki:

-2/BAKARA-179: Ve lekum fîl kisâsi hayâtun yâ ulîl elbâbi leallekum tettekûn(tettekûne).
Ey ulûl’elbab! Kisasta sizin için hayat vardir. Umulur böylece ki siz, takva sahibi olursunuz.


“Ey ulûl’elbab! Sizin için kisasta hayat vardir. Umulur ki böylece takvaya ulasirsin.”
Iste ulûl’elbab’in takvasindan bir adim sonraki takva, ihlâs takvasidir. Bu âyet-i kerime ihlâs takvasini ifade etmektedir.
Maide Suresinin 100. âyet-i kerimesinde de Allahû Tealâ söyle buyuruyor:

-5/MÂIDE-100: Kul lâ yestevîl habîsu vet tayyibu ve lev a'cebeke kesretul habîsi, fettekullâhe yâ ulîl elbâbi leallekum tuflihûn(tuflihûne).
De ki; "Habîsin (haram, murdar ve fesadin...) çoklugu senin hosuna gitse bile, habîs (haram ve kötü olan) ile tayyîb (helâl ve temiz olan) bir degildir. Ey Ulûl Elbâb! Artik Allâh’a karsi takvâ sahibi olun! Umulur ki böylece siz felâha erersiniz.


            Ulûl’elbab olduktan sonraki takva söz konusudur. Bu takva da, ihlâs takvasidir.
            Takvanin son safhasina geliyoruz; 7. takva. 7. takva, kisinin ihlâsa ulasip irsad olduktan sonra iradesini de Allah’a teslim ettigi 28. basamagin 5. kademesidir.
            28. basamakta, Allahû Tealâ o kisiyi Tövbe-i Nasuh’a davet eder. Onun günahlarini örter, basinin üzerine salâh nuru verir. Sonra da onun günahini sevaba çevirir. Bu olaylardan sonra kisinin iradesi teslim alir. Allah, kimin iradesini teslim almissa, o kisi irade teslimini gerçeklestirmistir. 7. ve son takvaya da ulasmistir. Allahû Tealâ buyuruyor ki:

-3/ÂLI IMRÂN-76: Belâ men evfâ bi ahdihî vettekâ fe innallâhe yuhibbul muttekîn(muttekîne).
Hayir, (öyle degil)! Kim (Allah ile olan) AHDini yerine getirir de takva’ya ulasirsa (takva sahibi olursa), muhakkak ki; Allah, takva sahiplerini sever.


Buradaki ahd, irademizin Allah’a verdigi misaki de kapsayan, ruhumuzun Allah’a teslimini, fizik vücudumuzun Allah’a teslimini, nefsimizin Allah’a teslimini ve irademizin Allah’a teslimini kapsayan, bütün teslimleri içeren bir ahddir. Burada, bütün takvalarin tamamlandigi bir nokta isaret ediliyor. Ruhumuzun, nefsimizin, vechimizin, irademizin Allah’a teslimini ifade eden ahd söz konusudur.
Al-i Imran Suresinin 102. âyet-i kerimesinde Allahû Tealâ söyle buyuruyor:

-3/ÂLI IMRÂN-102: Yâ eyyuhellezîne âmenûttekullâhe hakka tukâtihî ve lâ temûtunne illâ ve entum muslimûn(muslimûne).
Ey îmân edenler! Hakkiyla takva sahibi olanlar (nasil bir takvanin sahibi ise ayni onlar) gibi, Allah’a karsi takva sahibi olun ve (ölmeden önce) Allah’a teslim olun.


“Ey âmenû olanlar, bihakkin takvanin sahipleri nasil bir takvanin sahibi ise siz de ayni onlar gibi hakka tukâtihîtakvanin sahibi olun.”
En’am-153’te de Allahû Tealâ buyuruyor ki:

-6/EN'ÂM-153: Ve enne hâzâ sirâtî mustekîmen fettebiûh(fettebiûhu), ve lâ tettebiûs subule fe teferreka bikum an sebîlih(sebîlihi), zâlikum vassâkum bihî leallekum tettekûn(tettekûne).
Ve muhakkak ki; bu, Benim mustakîm olan yolumdur. Öyleyse ona tâbî olun. Ve (baska) yollara tâbî olmayin ki; o taktirde sizi, onun yolundan ayirir. Iste böyle size onunla vasiyet etti(emretti). Böylece siz takva sahibi olursunuz.


“Iste bu Sirati Mustakîm’dir. Ona tâbî olun ve sakin diger yollara tâbî olmayin ki; onlar sizi Allah’in yolundan saptirirlar. Iste bu Allah’in size vasiyetidir.”
Allah’in vasiyeti, ruhumuzun, vechimizin, nefsimizin ve irademizin Allah’a teslimini içerir. Böyle oldugu için, En’am Suresinin 153. âyet-i kerimesi bihakkin takvayi içerir. Buradaki, “Allah’in vasiyetini yerine getirince Allah’a takva sahibi olun.” ifadesi, tipki Al-i Imran Suresinin 76. âyet-i kerimesindeki muhteva gibidir.
7 tane takva kademesini söyle siralayabiliriz:

Allah’a ulasmayi dileme safhasi, 1. takva,
Mürside ulasmak, 2. takva,
Ruhu Allah’a ulastirmak, 3. takva,
Fizik vücudu teslim etmek, 4. takva,
Nefsi teslim etmek, 5. takva,
Muhlis olmak, 6. takva,
Iradeyi Allah’a teslim etmek, 7. takva.
7 tane takvaya ait olan âyetlerle birlikte, takva müessesesini tamamladik. Kur’ân-i Kerim’in bugünkü açiklamalarinda artik 7 tane takva yer almamaktadir. Kur’ân-i Kerim’de, 7 safhada bu kadar olay varken; ruhun teslimi, fizik vücudun teslimi, nefsin teslimi, iradenin teslimi, bunlarin hepsi ayri ayri teslimler iken, bugün Kur’ân-i Kerim’in Türkçe’ye çevrilislerinde bu 7 kademe takvanin hepsi için sadece “Allah’tan korkun” ifadesi kullaniliyor. Yani takvanin lugat mânâsindan hareketle bir sonuca varmislardir. Bugünkü dîn adamlarimizin, Kur’ân-i Kerim’deki 7 safhanin, 28 basamagi ihtiva eden bütününden ne yazik ki haberleri yoktur. Hepsi için “Allah’tan korkmak” tâbirini kullaniyorlar. Tabiî bazen çok komik vaziyetlere de düsüyorlar. Komik dememek lâzim, belki de çok acikli demek lâzim.
Kur’ân’in ruhunu bilmeyen insanlar, Kur’ân’dan bu kadar uzakken, lafizdan hareketle ortaya koyduklari ilim gerçekten göz yasartici bir aciklilik göstermektedir. Böylesine bir harabe haline gelen Islâm dînini, ölü hayattan kurtarabilecek olan aslî açiklamalar, Allah’in açiklamalaridir. Sizlere sunduklarimiz, Allah’in bizlere ögrettigi Islâm’in 7 safhasindaki 7 takvayi içerir.

 


Bugün 3 ziyaretçi (4 klik) kişi burdaydı!




Bu web sitesi ücretsiz olarak Bedava-Sitem.com ile oluşturulmuştur. Siz de kendi web sitenizi kurmak ister misiniz?
Ücretsiz kaydol