|
|
|
|
Ulul Elbab bes duyumuzla ulasamadigimiz, onun daha ötesindeki bir seylere sahip olan demektir
Kur’ân-i Kerim’den kopan kavramlardan ulûl’elbab konusunda ayetler isiginda konusmak üzere huzurlarinizdayiz.
Ulûl, “sahipleri”, elbab da “lübbler” demektir. Ulûl’elbab; “lübblerin sahipleri” demektir. Lübb çift “b” ile yaziliyor. Bes duyumuzla ulasamadigimiz, onun daha ötesindeki bir seylere sahip olan demektir. Gözlerinin ötesinde, kalp gözüne sahip olan bir kisi, kulaklarin ötesinde, kalp kulagina sahip olan bir kisi demektir. Allahû Tealâ’nin kendisine kalp gözüyle fizigin ötesini gösterdigi kisidir. Allahû Tealâ’nin kendisine gösterdiklerini anlattigi ve kalp kulagina söyledigi kisidir.
Kimler ulûl’elbab olabilir? Herkes olabilir. Ne zaman olur? Ruhunu, vechini ve nefsini Allah’a teslim ettigi zaman olur. Yani kaçinci basamakta kisi ulûl’elbab olur? 26. basamakta ulûl’elbab yani lübblerin sahipleri olur. O noktada kisinin nefsinin kalbi, %98 fazl %2 rahmet olmak üzere %100 Allah’in nurlariyla dolmustur. Kisinin kalbi tamamen nurlarla doldugu için hiç afet kalmamistir. Ulûl’elbab olan kisinin özellikleri söyledir:
Daimî zikrin sahibidir.
Daimî zikrin sahibi oldugu için kalbinde hiç afet kalmamistir.
Kalp gözü Allahû Tealâ tarafindan açilmistir.
Kalp kulagi da açilmistir.
Bu 4 esas sebebe dayali olarak, bunlarin neticesinde kisi:
Ehli tezekkür olmustur. Allah ile her zaman, her konuyu tezekkür etmek, müzakere etmek imkâninin sahibidir.
Ehli hayir olmustur. Bu kisi daimî zikrin sahibidir. Hayir bize derecat kazandiran olaylardir. Bu kisi daimî zikrin sahibi oldugu için, her an, uykudayken de devamli derecat kazanan birisidir. Daimî zikir her saniye bize derecat kazandiran bir müessesedir. Bu kisi de daimî zikrin sahibidir.
Ehli hikmet olmustur. Âyetlere baktiginda, o âyetin Kur’ân-i Kerim’deki 28 basamaktan hangisine ait oldugunu bir bakista sezmesi sözkonusudur. Ayni zamanda böyle bir insan hâkim veya hakem oldugunda mutlaka Allah’tan sorarak karar verecegi için, adaleti mutlaka tahakkuk ettirir.
Iste ulûl’elbab budur. Bu standardin sahibi olan kisi ulûl’elbab’dir.
Öyleyse bir insan nasil ulûl’elbab olur? Baslangiçta herkes kör, sagir ve dilsizdir. Ulûl’elbab olan kisi de baslangiçta öyledir, baslangiçta dalâlettedir. Bütün insanlar hayata kör, sagir ve dilsiz olarak baslarlar. Iste 28 basmaklik bir Islâm merdiveninde, basamaklari birer birer geçip ulûl’elbab olunan noktaya birlikte gelelim.
1. basamak; olaylari yasiyoruz. Herkes yasar. Cehenneme gidecek olanlar da cennete gidecek olanlar da olaylari yasar. Bu 1. basamaktayken ölmüs olan birisi Allahû Tealâ’nin cennetine giremez.
2. basamakta olaylari yasayanlar, olaylar karsisindaki tavirlarini ortaya koyarlar ve davranis biçimlerini sergilerler. Allahû Tealâ her yil herkesi 2-3 defa musîbetlerle imtihan eder. Bu musîbetlerle imtihan etigi kisilerden sadece bir grup, musîbetler kendisine isabet edince Allahû Tealâ’ya: “Ben muhakkak ki Allah için yaratildim, mutlaka Allah’a ulasacagim.” diyenler ulûl’elbab olabilir. “Ben Allah için yaratildim, mutlaka Allah’a ulasacagim.” diyen kisi mutlaka 2. basamagi asar ve 3. basamaga ulasir. Çünkü o mutlaka Allah’a ulasmayi dileyecektir.
Sadece Allah’a ulasmayi dileyenler 3. basamaga ulasir. Onlar mutlaka Allahû Tealâ tarafindan seçilmislerdir. Insanlarin %90’indan fazlasi Allahû Tealâ tarafindan seçilir ve seçilenlerden büyük bir kismi, %90’indan fazlasi, gene Allah’a ulasmayi dilemezler. Ama küçük bir kismi da Allah’a ulasmayi dilerler. Iste Allah’a ulasmayi dileyenler, onlar 3. basamaga ulasirlar. 3. basamaga ulasmak 7. basamaga ulasmak anlamina gelir. Çünkü 4., 5., 6. ve 7. basamaklar birkaç saniye içinde tesekkül eder. Birkaç saniyelik bir isi biz herhalde dakikalarca anlatmak durumundayiz.
Kisi Allah’a ulasmayi diledi. Diledigi anda Allahû Tealâ bilir, isitir ve görür ve derhal Rahîm esmasiyla tecelli eder. Yusuf Suresinin 53. âyet-i kerimesinde Hz. Yusuf diyor ki:
-12/YÛSUF-53: Ve mâ uberriu nefsî, innen nefse le emmâretun bis sûi illâ mâ rahime rabbî, inne rabbî gafûrun rahîm(rahîmun).
Ve ben, nefsimi ibra edemem (temize çikaramam). Çünkü nefs, mutlaka sui olani (serri, kötülügü) emreder. Rabbimin Rahîm esmasiyla tecelli ettigi (nefsler) hariç. Muhakkak ki Rabbim, magfiret edendir (günahlari sevaba çevirendir). Rahîm’dir (rahmet nurunu gönderen, rahmetiyle nefsleri tezkiye ve tasfiye edendir).
Allah’in Rahîm esmasi kimde tecelli eder? Sadece bir grup insanda tecelli eder. O insan Allah’a ulasmayi, ruhunu ölmeden evvel Allah’a ulastirmayi dilemis olan bir insandir.
Allah’a sonsuz hamd ve sükrederiz ki, Allahû Tealâ bize bunlari ögretti. Biz de sizlere ögretiyoruz. Bütün dilegimiz hepinizin ulûl’elbab olmanizdir.
Iste kisi Allah’a ulasmayi diledi. Dilerse ne yapar? Allahû Tealâ derhal Rahîm esmasiyla tecelli eder. Burasi 4. basamaktir.
Allah’in Yusuf Suresinin 53. âyet-i kerimesi geregince Rahîm esmasiyla tecelli etmesi ile ne olur? Bu tecelli kör, sagir ve dilsiz olan Allah’a ulasmayi dileyen kisiyi, gören isiten ve idrak eden birisi haline getirir. Bu kör, sagir ve dilsiz dedigimiz insanlar aslinda, gözleri gören, kulaklari isiten, kalpleri de normal standartlarda anlayan insanlardir. Fakat devrin imaminin söylediklerini isitemeyen kulaklarin sahiplerinin, devrin imaminin söylediklerini idrak edemeyen kalplerin sahiplerinin, devrin imamini devrin imami olarak görmeyen gözlerin sahiplerinin, gözlerini, kulaklarini ve kalplerini bir etkiyle etkiler.
Bu kisi o noktaya, Allah’a ulasmayi dileyene kadar; devrin imaminin, devrin imami oldugunun farkinda degildir. Söylediklerinin farkinda degildir. Isitmez ve idrak edemez. Ama ne zaman o kisi Allah’a ulasmayi dilerse, bu kadarcik dilegin sahibi olmak için yeterli idrakin sahibi olursa; bu Allah’a yeter. Çünkü Allahû Tealâ'nin sözü vardir: Kim Allah'a ulasmayi dilemisse mutlaka Allah onu Kendisine ulastiracaktir. (Sura-13)
Kisi Allah’a ulasmayi diledigi anda Allah Rahîm esmasiyla tecelli eder ve o kisinin görmeyen gözlerini görür hale getirir. Görme hassasinin üzerindeki gisavet adli perdeyi alir. Kulaklarindaki vakrayi alir. Isitme hassasinin mührünü açar. Kalplerindeki mührü açar. Kalplerindeki ekinneti alir. Yerine ihbat koyar. Ekinnet, idraki önleyen bir elektronik sistem, bir ilâhi kompitürdür. Ihbatsa gene bir ilâhi kompitürdür fakat birincisi idraki önler, ikincisi idraki açar. Kisi o güne kadar irsad makamina karsi, devrin imamina karsi kör sagir ve dilsizken; o günden itibaren birdenbire onun sözlerinin mânâsina varmaya baslar. Onun söylediklerini kalbine indirir, idrak eder. O zaman gözleriyle de onu irsad makaminin sahibi olarak görmeye baslar. Iste onlar isitenler, bilenler ve görenlerdir. Sadece Allahû Tealâ, Allah’a ulasmayi diledikleri için bunlari açmistir.
Allahû Tealâ ondan sonra ne yapiyor? Kisi bu noktaya kadar geldi. Allahû Tealâ Allah’a ulasmayi dileyen kisiye bu 7 tane furkani verirken, her birinde o kisiye öyle derecat kazandiriyor ki; bu 7 tane furkani verirken bahsettigi dereceleri ardarda siraladigi zaman, o kisinin bütün günahlarini örtüyor. Ne oldu? O kisi sevaplari günahlarindan fazla olan birisi oldu. Gidecegi yer mutlaka Allah’in cennetidir.
Kisi sadece Allah’a ulasmayi diledi. Ama 1. kat cennettin de sahibi oldu. Sonra ne olur? Sonra, Allahû Tealâ 8. basamakta o kisinin kalbine ulasir. 9. basamakta, Kaf Suresinin 33. âyet-i kerimesi geregince, o kisinin kalbini öyle bir tesirle bir hüviyete sokar ki, o kisinin kalbi Allah’a döner:
-50/KAF-33: Men hasiyer rahmâne bil gaybi ve câe bi kalbin munîbin.
Gaybda Rahmân’a husu duyanlar ve münib (Allah’a yönelmis) bir kalple (Allah’in huzuruna) gelenler (için).
“Allah onlarin kalplerini Allah’a çevirir. Onlarin kalpleri Allah'a çevrilir.”
Sonra Allahû Tealâ o kisini gögsünü yarar. Gögsünden kalbine bir nur yolu açar, 10. basamak. Allahû Tealâ buyuruyor ki:
-6/EN'ÂM-125: Fe men yuridillâhu en yehdiyehu yesrah sadrehu lil islâm(islâmi), ve men yurid en yudillehu yec’al sadrehu dayyikan haracen, ke ennemâ yassa’adu fîs semâi, kezâlike yec’alûllâhur ricse alâllezîne lâ yu’minûn(yu’minûne).
Öyleyse Allah kimi Kendisine ulastirmayi dilerse onun gögsünü yarar ve (Allah’a) teslime (Islâm’a) açar. Kimi dalâlette birakmayi dilerse, onun gögsünü semada yükseliyormus gibi daralmis, sikintili yapar. Böylece Allah, mü’min olmayanlarin üzerine pislik (azap, darlik, güçlük) verir.
O kisiyi teslime ulastirmak için, o kisinin ruhunu, vechini ve nefsini Allah’a teslim etmesi için, böylece kisiyi bütün kademelerde daha üst seviyede Islâm yapmak için, Allahû Tealâ onlarin gögüslerini yarar. Islâm, teslim olan demektir.
Böylece gögsü yarilan bu kisi Allah’i ziretmeye baslar; “Allah, Allah, Allah, Allah, Allah...” diye tesbihiyle Allah’in ismini zikreder. Ne olur? Allah’a ulasmayi dileyip de gögsü yarilmis, gögsünden kalbine nur yolu açilmis olan ve kalp sartlari olusturulmus olan yani kalp kapisi Allah’a dönmüs olan bir kiside, Allah kelimesi bir sonuç hasil eder. Allah’in katindan rahmetle fazl isimli iki nur o kisinin kalbine gelir, gögsündeki yariktan geçerek kalbine ulasir. Kisinin kalbine nur sizmaya baslar. Bu nur rahmet nurudur. Zumer Suresinin 22. âyet-i kerimesinde Allahû Tealâ: “O kisinin Allah’in zikriyle kalbine gönderdigimiz nur sebebiyle olan kalbinin durumuyla, gögsünü yararak gögsünden kalbine nur gönderdigimiz kisinin kalbindeki nurla; kalbi kasiyet baglamis, sertlesmis ve kararmis olan bir insanin kalbi ayni degildir.” buyuruyor.
-39/ZUMER-22: E fe men serehallâhu sadrehu lil islâmi fe huve alâ nûrin min rabbih(rabbihi), fe veylun lil kâsiyeti kulûbuhum min zikrillâh(zikrillâhi), ulâike fî dalâlin mubîn(mubînin).
Allah kimin gögsünü Islâm için (Allah’a teslim için) yarmissa artik o, Rabbinden bir nur üzere olur, degil mi? Allah’in zikrinden kalpleri kasiyet baglayanlarin vay haline! Iste onlar, apaçik dalâlet içindedirler.
Kisinin kalbideki nur, o kisi zikrini biraz arttirinca artar. Bu rahmet nuru %2’yi buldugu zaman o kisi husû sahibi olur. Allahû Tealâ buyuruyor ki:
-57/HADÎD-16: E lem ye’ni lillezîne âmenû en tahsea kulûbuhum li zikrillâhi ve mâ nezele minel hakki ve lâ yekûnû kellezîne ûtûl kitâbe min kablu fe tâle aleyhimul emedu fe kaset kulûbuhum, ve kesîrun minhum fâsikûn(fâsikûne).
Allah’in zikri ile ve Hakk’tan inen seyle (Allah’in nurlari ile), âmenû olanlarin (Allah’a ulasmayi dileyenlerin) kalplerinin husû duyma zamani gelmedi mi? Kendilerine daha önce kitap verilip de böylece üzerinden uzun zaman geçince, artik (zikri unuttuklari için) kalpleri katilasan kimseler gibi olmasinlar. Onlardan çogu fasiklardir.
Kisi nefsinin kalbindeki %2 rahmet birikimiyle husû sahibi olur. Husû sahibi olan kisiye ise Allahû Tealâ mürsidini göstermeyi garanti eder.
Mürsid farzdir. Allahû Tealâ buyuruyor ki:
-5/MÂIDE-35: Yâ eyyuhellezîne âmenûttekûllâhe vebtegû ileyhil vesîlete ve câhidû fî sebîlihî leallekum tuflihûn(tuflihûne).
Ey âmenû olanlar (Allah’a ulasmayi, teslim olmayi dileyenler); Allah’a karsi takvâ sahibi olun ve O’na ulastiracak vesileyi isteyin. Ve O’nun yolunda cihad edin. Umulur ki böylece siz felâha erersiniz.
“Ey âmenû olanlar, Allah’a karsi takva sahibi olun. Sizi Allah’a ulastiracak olan kisiyi Allah’tan isteyin.”
Mürsidi istemek hacet namaziyla olur ve Allahû Tealâ sadece husû sahibi olanlara mürsidini gösterir. Allahû Tealâ buyuruyor ki:
-2/BAKARA-45: Vesteînû bis sabri ves salât(sâlâti), ve innehâ le kebîretun illâ alel hâsiîn(hâsiîne).
(Allah’tan) sabirla ve namazla istiane (yardim) isteyin. Ve muhakkak ki o (hacet namazi ile Allah’a ulastiracak mürsidini sormak), husû sahibi olanlardan baskasina elbette agir gelir.
-2/BAKARA-46: Ellezîne yezunnûne ennehum mulâkû rabbihim ve ennehum ileyhi râciûn(râciûne).
O (husû sahipleri) ki; onlar, Rab’lerine (dünya hayatinda) muhakkak mülâki olacaklarina ve (sonunda ölümle) O’na döneceklerine yakîn derecesinde inanirlar.
Mürsidi istemek zor bir istir. Kimler için zordur. Allah’a ulasmayi dilemeyen bir kisi yüzlerce defa hacet namazi kilsa hiçbir sey göremez, duyamaz. Ama Allah’a ulasmayi dileyen kisiye Allahû Tealâ mutlaka mürsidini gösterir. Mürsidi gösterilecek olanlarin Allah’a ulasmayi diledikleri kesin midir? Evet. Allahû Tealâ buyuruyor: “Bu büyük bir istir, zor bir istir. Onlara göstermeyiz. Ama hayattayken Allah’a mülâki olacaklarina kesin sekilde inananlar, onlar husû sahipleridir, sadece onlara gösteririz.”
Iste Allah’a ulasmayi dileyen bir kisi hacet namazini kildigi zaman Allah ona mürsidini gösterir; 13. basamak. 14. basamakta kisi gider mürsidine tâbî olur. Tâbî oldugu noktaya kadar kisi, Allahû Tealâ’dan 12 tane ihsan almistir. Burada, mürsidine tâbî oldugu noktada da 7 tane ni’met alacaktir:
Devrin imaminin ruhu basinin üzerine gelip yerlesecektir.
Kalbinin içine îmân yazilacaktir. Allahû Tealâ buyuruyor:
-58/MUCÂDELE-22: Lâ tecidu kavmen yu’minûne billâhi vel yevmil âhiri yuvâddûne men hâddallâhe ve resûlehu ve lev kânû âbâehum ev ebnâehum ev ihvânehum ev asîretehum, ulâike ketebe fî kulûbihimul îmâne ve eyyedehum bi rûhin minhu, ve yudhiluhum cennâtin tecrî min tahtihel enhâru hâlidîne fîhâ, radiyallâhu anhum ve radû anhu, ulâike hizbullâh(hizbullâhi), e lâ inne hizballâhi humul muflihûn(muflihûne).
Allah’a ve âhiret gününe (ölmeden önce Allah’a ulasmaya) îmân eden bir kavmi, Allah’a ve O’nun Resûl’üne karsi gelenlere muhabbet duyar bulamazsin. Ve onlarin babalari, ogullari, kardesleri veya kendi asiretleri olsa bile. Iste onlar ki, (Allah) onlarin kalplerinin içine îmâni yazdi. Ve onlari, Kendinden bir ruh ile destekledi (orada egitilmis olan, devrin imaminin ruhu onlarin baslarinin üzerine yerlesir). Ve onlari, altindan nehirler akan cennetlere dahil edecek. Onlar orada ebediyyen kalacak olanlardir. Allah, onlardan razi oldu. Ve onlar da O’ndan (Allah’tan) razi oldular. Iste onlar, Allah’in taraftarlaridir. Gerçekten Allah’in taraftarlari, onlar, felâha erenler degil mi?
“Onlarin kalplerinin içine îmâni yazariz ve üzerlerine Allah’in katindan ruh gönderilir.”
3- Devrin imaminin ruhu o kisinin ruhuna; “Senin Allah’a mülâki olma günün, yevm’et telâkin geldi. Vücudu terk et, devrin imaminin dergâhina ulas.” emrini verir. Ruh evvelâ kime tâbî olmussa onun dergâhina gidecektir. Ondan sonra da devrin imaminnin dergâhina ulasacaktir.
Bu size söylediklerimiz var ya, bunlarin hiçbirini bizim sevgili dîn adamlarimiz, sevgili profesörlerimiz bilmezler. En azindan “büyük kismi” diyelim. Çünkü bir kisminin dikkatle takip ettiklerini, inceledikleri zaman söylediklerimizin hepsinin dogrulugunu ögrendiklerini ve buna kesinlikle inandiklarini da biliyoruz. Allahû Tealâ öyle söylüyor.
Rahmetli Abdülhakim Hazretlerine gelen bir general diyor ki: “Sen mürsid misin?” Abdülhakim Hazretleri eliyle yukariyi gösteren bir isaretle: “O öyle söylüyor.” diyor.
Böyle bir dizaynda kisinin Allah’a ulasmayi dilemesi söz konusudur, devrin imaminin ruhunun basinin üzerine gelmesi sözkonusudur. Allahû Tealâ buyuruyor ki:
-40/MU'MIN-15: Refîud derecâti zul ars(arsi), yulkir rûha min emrihî alâ men yesâu min ibâdihî li yunzire yevmet telâk(telâki).
Dereceleri yükselten ve arsin sahibi olan Allah, kullarindan (Kendisine ulastirmayi) diledigi kisinin (Allah’a ulasmayi diledigi için Allah’in da Kendisine ulastirmayi diledigi kisinin) üzerine (basinin üzerine) Allah’a ulasma gününün geldigini (o kisinin ruhuna) ihtar etmek için, emrinden (Allah’in emrini teblig edecek) bir ruh (devrin imaminin ruhunu) ulastirir.
“Yevm’et telâk, Allah’a mülâki olma günü, ruhun Allah’a mülâki olmak üzere yola çikma günü.” Devrin imaminin ruhu, vaktin geldigini ifade ediyor ve “Vücudu terk et.” diyor. O kisini ruhu vücudundan ayriliyor. Hangi mürside tâbî olmussa onun dergâhindaki diger ruhlarin arasina katiliyor. Orada kisa bir kalistan sonra devrin imaminin dergâhindaki ruhlarin 10’arlik siralamasina katiliyor. Her birinin önünde bir rahle var. Her birinde Kur’ân-i Kerim var. Ruhlar Kur’ân-i Kerim ögreniyorlar ve bir egitimden geçiriliyorlar.
4- Furkan Suresinin 70. âyet-i kerimesi geregince, o kisinin bütün günahlari sevaba çevrilir. Allahû Tealâ buyuruyor ki:
-25/FURKÂN-70: Illâ men tâbe ve âmene ve amile amelen sâlihan fe ulâike yubeddilullâhu seyyiâtihim hasenât(hasenâtin), ve kânallâhu gafûren rahîmâ(rahîmen).
Ancak kim (mürsidi önünde) tövbe eder (böylece kalbine îmân yazilip, îmâni artan) mü’min olur ve salih amel (nefs tezkiyesi) yaparsa, o taktirde iste onlarin, Allah seyyiatlerini (günahlarini) hasenata (sevaba) çevirir. Ve Allah, Gafur’dur (günahlari sevaba çevirendir), Rahîm’dir (rahmet gönderendir).
Allahû Tealâ: “Tâbî olup da mü’min olanlar, nefs tezkiyesine baslayanlar, onlar cehennneme gitmezler. Allah onlarin seyyiatlerini hasenata çevirir. (Allah onlarin günahlarini sevaba çevirir.)” buyuruyor.
Günahlar sevaba çevriliyor. Sonra o güne kadar Allahû Tealâ o kisiye 1 derecelik sevabina 10 katini verirken, o günden itibaren 100 katina çikariyor. Ruhu Allah’a dogru yaptigi yolculukta her gök katini astikça 100, 100 artiyor, 1’e 100’ken, 2. gök katinda 1’e 200 oluyor. 3. gök katinda 1’e 300 oluyor. 4., 5., 6., 7. katlarda 1’e 700’e kadar yükseliyor.
5- Bu kisinin nefsi nefs tezkiyesine basliyor. Yani kisi “Allah, Allah, Allah,...” diye zikir yaptikça Allah’in katindan gelen rahmetle fazl nurlarindan fazillar kalbe giriyor. Kalbin îmân kelimesi pozitif kutup, fazillar da negatif kutbu olusturuyor. Karsi iki kutup olmasi nedeniyle fazillar, îmân kelimesinin etrafina gelince ona yapisiyor. Böylece fazillar nefsin kalbindeki îmân kelimesine yapisarak kalbi isgal etmeye basliyor. Bu, nurlarin kalbi isgalidir. Adi nefs tezkiyesidir. %2 rahmet nuru zaten o kisinin kabinde vardi. Ama îmân kelimesine yapisanlar rahmet nurlari degil fazillardir.
6- Fazillarin nefsin kalbini doldurmasiyla, fizik vucut nefsin afetlerine karsi güçleniyor.
7- Fazillar nefsin kalbini doldurmaya basliyor ve bununla beraber o kisinin afetlere karsi iradesi güçleniyor. Çünkü fazillar yerlesince nefsin %100 afetlerle kapli olan kapkaranlik kalbi adim adim aydinlanmaya basliyor.
O kisinin nefsinin kalbindeki nurlar ilk %7’ye ulastigi zaman, ruh zemin kattan 1. gök katina ulasiyor. Ruh, zemin kattaki ana dergâhtaydi. Oradan 1. gök katina ulasiyor. Digerleri 2., 3. katlara çikiyor ama o sadece 1. kata, Nefs-i Emmare’ye kadar çikabiliyor. (Yusuf Suresinin 53. âyet-i kerimesini söylemistik.)
Ikinci defa %7 nur birikimi; Nefs-i Levvame. Allahû Tealâ buyuruyor ki:
-75/KIYÂME-2: Ve lâ uksimu bin nefsil levvâmeh(levvâmeti).
Ve hayir, levvame (kinayan) nefse yemin ederim.
‘Levm’ kinamak demektir. Kisi nefsini kiniyor. Ruhu 2. gök katindadir. Sonra kisi Allah’tan ilham almaya baslayacaktir. Ruhu 3. gök katina ulasiyor; Nefs-i Mülhime. Allahû Tealâ buyuruyor ki:
-91/SEMS-7: Ve nefsin ve mâ sevvâhâ.
Nefse ve onu (7 kademede ahsene dönüsecek sekilde) sevva edene (dizayn edene) (andolsun).
-91/SEMS-8: Fe elhemehâ fucûrehâ ve takvâhâ.
Sonra ona (nefse) fücurunu ve takvasini ilham etti.
-91/SEMS-9: Kad efleha men zekkâhâ.
Kim onu (nefsini) tezkiye etmisse felâha (kurtulusa) ermistir.
Ilham kademesinden sonra 4. kademe; 4. gök kati; Nefs-i Mutmainne. Allahû Tealâ buyuruyor ki:
-13/RA'D-28: Ellezîne âmenû ve tatmainnu kulûbuhum bi zikrillâh(zikrillâhi) e lâ bi zikrillâhi tatmainnul kulûb(kulûbu).
Onlar, âmenûdurlar ve kalpleri, Allah’i zikretmekle mutmain olmustur. Kalpler ancak; Allah’i zikretmekle mutmain olur, öyle degil mi?
-89/FECR-27: Yâ eyyetuhen nefsul mutmainneh(mutmainnetu).
Ey mutmain olan nefs!
-89/FECR-28: Irciî ilâ rabbiki râdiyeten mardiyyeh(mardiyyeten).
Rabbine dön (Allah’tan) razi olarak ve Allah’in rizasini kazanmis olarak!
Radiye kademesi 5. gök katini ifade eder. Kisi Allah’tan razi olmustur. Mardiyye kademesi 6. gök katini ifade eder, ruh 6. kata ulasmistir. Nefsin kalbinde her bir katta %7 fazl birikimi oluyor. 5. defa %7 nur birikimi; Nefs-i Radiye, kisi Allah’tan razidir. 6. defa %7 nur birikimi; Nefs-i Mardiyye, Allah da ondan razidir. Radiye ve Mardiyye bu standartlarin kademesidir.
7. gök katinda Nefs-i Tezkiye olusuyor. Tezkiye kademesi için Allahû Tealâ’nin buyurdugu Fatir Suresinin 18. âyet-i kerimesi:
-35/FÂTIR-18:
Ve lâ tezirû vâziretun vizre uhrâ, ve in ted’u
muskaletun ilâ himlihâ lâ yuhmel minhu sey’un
ve lev kâne zâ kurbâ, innemâ tunzirullezîne
yahsevne rabbehum bil gaybi ve ekâmûs salâh(salâte),
ve men tezekkâ fe innemâ yetezekkâ li nefsih(nefsihî),
ve ilâllâhil masîr(masîru).
Ve yük tasiyan birisi (bir günahkâr) baska birinin yükünü (günahini) yüklenmez. Eger agir yüklü kimse, onu (günahlarini) yüklenmeye (baskasini) çagirsa bile ondan hiçbir sey yükletilmez, onun yakini olsa dahi. Sen ancak gaybte Rabbine husû duyanlari ve namazi ikame edenleri uyarirsin. Ve kim tezkiye olursa (nefsini tezkiye ederse), o taktirde bunu sadece kendi nefsi için yapar. Ve dönüs Allah’adir (Nefs tezkiyesi ile ruh Allah’a döner, ulasir).
“ve men tezekkâ fe innemâ yetezekkâ li nefsih(nefsihi), ve ilallâhil masîr: Kim nefsini tezkiye ederse o kisi bunu kendisi için yapmis olur.” Neden kendisi için yapmis olur? Çünkü ezelde o kisi Allah’a nefsini tezkiye edecegine dair yemin vermistir. Iste bu sebeple nefsini tezkiye eden kisinin, bunu kendisi için yaptigi ifade ediliyor. Allah “ve ilallâhil masîr; Allah’a döner.” diyor. O kisi hayattayken ruhu Allah’a ulasir.
Nefs tezkiyesi nefsin kalbinin %49 fazl + %2 rahmetle doldugu noktadir. Baslangiçta %100 afetlerle dolu olan, kapkaranlik olan kalp, bu noktadan itibaren %51 nurla kaplanmistir. Yani baslangiçta nefsin kalbinde hiç fazl ve rahmet yokken, nefsin kalbi %100 afetlerle kapliyken, seytanin hâkimiyeti bütün nefsin kalbinde hüküm ferma iken, simdi nefsin kalbinin %49’una seytan tesir edebiliyor.
Seytanin nefsin afetlerine tesir etmesi zor bir olay degildir. Neden degildir? Çünkü nefsin afetleri ona göre dizayn edilmistir. Allah’in yasak ettigi fiilleri islemek isterler, emrettiklerini de islemek istemezler. Seytan da bu sebeple nefsin afetlerine dedigini yaptirmak için, ne telaslanir ne de gayret sarfetmesi gereklidir. Sadece onlari özendirir. O insanlar da nefsin afetlerini isteseler de istemeseler de harekete geçirirler. Talepleri olmasi gerekmez çünkü nefsin afetleri Allah’in yasak ettigi fiilleri mutlaka islemek isteyecektir. Seytan onlara Allah’in istemedigi bir fiili özendirir veya Allah’in emrettigi bir seyi yapmasini istemez ve onun için de; “Yapmayin.” der. Insanlar da nefsleri istemedigi için yapmazlar.
Iste böyle bir dizaynda kisinin nefsinin kalbi %51 nurlarla dolmustur. Kisinin ruhu Allah’a ulasmistir. Burasi velayet kademesidir. Fenâ makami burada tahakkuk eder. Kisinin ruhu Allah’in Zat’ina ulastigi zaman Allah’in Zat’inda yok olur. Allah’in Zat’inda ifna olma makami, fenâ makamidir. Allah’in Zat’inin o kisinin ruhuna meab oldugu noktadir. Allahû Tealâ buyuruyor ki:
-78/NEBE-39: Zâlikel yevmul hakk(hakku), fe men sâettehaze ilâ rabbihî meâbâ(meâben).
Iste o gün (mürsidin eli Hakk’a ulasmak üzere öpüldügü ve ona tâbî olundugu gün), Hakk günüdür. Dileyen (Allah’a ulasmayi dileyen) kisi, kendisine Rabbine ulastiran (yolu, Sirati Mustakîm’i) yol ittihaz eder (edinir). (Allah’a ulasan kisiye Allah) meab (siginak, melce) olur.
Burasi evvab olma makamidir, 22. basamagi ifade eder. Kisinin ruhu Allah’in Zat’ina ulasmis ve Allah’in Zat’inda yok olmustur. Kisinin nefsinin kalbi %51 nurla kaplanmistir. Fenâ makaminda nur %61’e kadar yükselecektir. Kisinin zikri %61’i asarsa o zaman Allahû Tealâ o kisiye Indi Ilâhi’de, Allahû Tealâ’nin huzurunda bir taht ihsan edecektir. Allahû Tealâ buyuruyor ki:
-6/EN'ÂM-127: Lehum dârus selâmi inde rabbihim ve huve veliyyuhum bimâ kânû ya’melûn(ya’melûne).
Rab’lerinin katinda onlar için selâm yurdu (teslim yurdu) vardir. Yapmis olduklarindan dolayi, O (Allah), onlarin dostudur.
“Onlara Allahû Tealâ’nin indinde taht ihsan edilir.”
Burasi da beka makamidir. %61’in ötesindeki nurlar burada olusur. Sonra bu rakam o kisi zikrini günün yarisindan öteye geçirmedikçe yani zühd sahibi olmadikça %71’e ulasamaz. Allahû Tealâ, Kur’ân-i Kerim’de negatif zühdden bahsediyor. Yusuf Suresinin 20. âyet-i kerimesinde buyuruyor ki:
-12/YÛSUF-20: Ve serevhu bi semenin bahsin derâhime ma’dûdeh(ma’dûdetin), ve kânû fîhi minez zâhidîn(zâhidîne).
Ve onu (Yusuf’u), az bir fiyatla, birkaç dirheme sattilar. Çünkü; ona karsi zahidlerden idiler.
Yusuf’un birkaç dirheme satilmasi sözkonusu. Çünkü Yusuf’a karsi deger vermiyorlar.
Pozitif zühdde o kisi her gün 12 saaten fazla zikir yapiyor. Yani zikirsizlige karsi zahid, dünyaya karsi zahid. Her gün kendisine ayirdigi zamandan daha fazla zamani, Allah’i günün yarisindan daha fazla zikretmek suretiyle Allah’a ayiriyor. Iste bu makam zühd makamidir. Bu noktada kisinin kalbindeki nurlar %71’i asar ve artmaya devam eder.
Ne zaman %10 daha artar da nurlar %81’i bulursa, bu noktada o kisinin kalbinde hâlâ %19 afet vardir. Ama var olmasina ragmen, fizik vücut Allah’in bütün emirlerini yerine getirmeye, yasak ettigi hiçbir fiili islememeye baslar. %19 afeti kaale almaz. Onu adamdan saymaz. Tesir sahasini yok kabul eder. Iste burasi fizik vücudun Allah’a teslimidir, fizik vücudun Allah’a teslim oldugu noktadir.
Allahû Tealâ bu noktaya kadar olan bütün hususlari üzerimize farz kilmistir. Allah’a ulasmayi dilemek üzerimize farzdir. Allahû Tealâ buyuruyor ki:
-30/RÛM-31: Munîbîne ileyhi vettekûhu ve ekîmûs salâte ve lâ tekûnû minel musrikîn(musrikîne).
O’na (Allah’a) yönelin (Allah’a ulasmayi dileyin) ve takva sahibi olun. Ve namazi ikame edin (namaz kilin). Ve (böylece) müsriklerden olmayin.
Allahû Tealâ bütün sahâbenin takva sahibi oldugunu, hepsinin Allah’a ulasmayi diledigini söylüyor. Allahû Tealâ buyuruyor ki:
-39/ZUMER-17: Vellezînectenebût tâgûte en ya’budûhâ ve enâbû ilâllâhi lehumul busrâ, fe bessir ibâd(ibâdi).
Ve onlar ki; taguta (insan ve cin seytanlara) kul olmaktan içtinap ettiler (kaçindilar, kendilerini kurtardilar). Çünkü Allah’a yöneldiler (Allah’a ulasmayi dilediler). Onlara müjdeler vardir. Öyleyse kullarimi müjdele!
Allahû Tealâ “kullarim” diyor. Artik sahâbe taguta kul olmaktan kurtulmuslar, Allah’in kulu olmuslardir, Allah’a ulasmayi dilemislerdir. Allah’a ulasmayi dilemek farzdir ve bütün sahâbe dilemistir.
Mürside tâbiiyet, Maide Suresinin 35. âyet-i kerimesine göre farzdir ve bütütün sahâbe kâinatin en büyük mürsidine; Peygamber Efendimiz (S.A.V)’e tâbî olmuslardir. Iste Allahû Tealâ Fetih Suresinin 10. âyet-i kerimesinde açik bir sekilde ifade buyuruyor ki:
-48/FETIH-10: Innellezîne yubâyiûneke innemâ yubâyiûnallâh(yubâyiûnallâhe), yedullâhi fevka eydîhim, fe men nekese fe innemâ yenkusu alâ nefsih(nefsihî), ve men evfâ bi mâ âhede aleyhullâhe fe se yu’tîhi ecren azîmâ(azîmen).
Muhakkak ki onlar, sana tâbî olduklari zaman Allah’a tâbî olurlar. Onlarin ellerinin üzerinde (Allah senin bütün vücudunda tecelli ettigi için ellerinde de tecelli etmis oldugundan) Allah’in eli vardir. Bundan sonra kim (ahdini) bozarsa, o taktirde sadece kendi nefsi aleyhine bozar (Allah’a verdigi yeminleri, ahdleri yerine getirmedigi için derecesini nakisa düsürür). Ve kim de Allah’a olan ahdlerine vefa ederse (yeminini, misakini ve ahdini yerine getirirse), o zaman ona en büyük mükâfat (ecir) verilecektir (cennet saadetine ve dünya saadetine erdirilecektir).
Bütün sahâbe ruhlarini Allah’a ulastirmislardir. Allahû Tealâ onlarin hepsinin hidayete erdigini söylüyor. Hidayet insan ruhunun Allah’a ulasmasidir.
-3/ÂLI IMRÂN-73: Ve lâ tu’minû illâ li men tebia dînekum, kul innel hudâ hudallâhi en yu’tâ ehadun misle mâ ûtîtum ev yuhâccûkum inde rabbikum, kul innel fadla bi yedillâh(yedillâhi), yu’tîhi men yesâ’(yesâu), vallâhu vâsiun alîm(alîmun).
Ve sizin dîninize tâbî olandan baska kimseye inanmayin. (Habibim) de ki: “Hiç süphesiz HIDAYET, Allah’in (Kendisine) ulastirmasidir. (Insan ruhunun ölümden evvel Allah’a ulasmasidir.) Size verilenin bir benzerinin baska birine verilmesi (sebebiyle mi) veya Rabbinizin katinda (sizlerle) tartisacaklari için mi (böyle söylüyorsunuz)?” De ki: “Hiç süphesiz fazl, Allah’in elindedir. Onu diledigine verir.” Ve Allah, Vâsi’un Alîm’dir. (Allah herseyi kusatan ve herseyi bilendir.)
Inne: Muhakkak ki.
Hudâ: Hidayet.
Hudallâhi: Allah’a ulasmaktir.
-18/KEHF-17: Ve teres semse izâ taleat tezâveru an kehfihim zâtel yemîni ve izâ garabet takriduhum zâtes simâli ve hum fî fecvetin minh(minhu), zâlike min âyâtillâh(âyâtillâhi), men yehdillâhu fe huvel muhted(muhtedi), ve men yudlil fe len tecide lehu veliyyen mursidâ(mursiden).
Ve günesin dogdugu zaman magaralarinin sag tarafindan geldigini ve battigi zaman sol taraftan onlarin yanlarindan geçtigini görürsün. Ve onlar, onun (magaranin) genis sahasi içinde bulunuyorlardi. Iste bu, Allah’in âyetlerinden (mucizelerinden)dir. Allah, kimi Kendisine ulastirirsa, iste o hidayete ermistir. Ve kimi dalâlette birakirsa (kim Allah’a ulasmayi dilemezse) artik onun için velî mürsid (irsad eden evliya) bulunmaz.
Allahû Tealâ: “men yehdillâhu fe huvel muhted. Kim Allah’a ulasirsa o zaman o kisi hidayete ermistir.” buyuruyor. Öyleyse bütün sahâbe hidayete ermistir. Allahû Tealâ buyuruyor ki:
-39/ZUMER-18: Ellezîne yestemiûnel kavle fe yettebiûne ahseneh(ahsenehu), ulâikellezîne hedâhumullâhu ve ulâike hum ulûl elbâb(elbâbi).
Onlar, sözü isitirler, böylece onun ahsen olanina tâbî olurlar. Iste onlar, Allah’in hidayete erdirdikleridir. Ve iste onlar; onlar ulûl’elbabtir (daimî zikrin sahipleri).
Bütün sahâbe hidayette ermis, ruhlarini Allah’a ulastirmislardir.
Peki fizik vücutlarini Allah’a teslim etmisler midir? Hepsi. Allahû Tealâ buyuruyor ki:
-3/ÂLI IMRÂN-20: Fe in hâccûke fe kul eslemtu vechiye lillâhi ve menittebean(menittebeani), ve kul lillezîne ûtûl kitâbe vel ummiyyîne e eslemtum, fe in eslemû fe kadihtedev, ve in tevellev fe innemâ aleykel belâg(belâgu), vallâhu basîrun bil ibâd(ibâdi).
Eger seninle tartismaya kalkarlarsa, o zaman de ki: “Ben ve bana tâbî olanlar vechimizi (fizik vücudumuzu) Allah’a teslim ettik.” O kitap verilenlere ve ÜMMÎ’lere de ki: “Siz de (fizik vücudunuzu Allah’a) teslim ettiniz mi?” Eger teslim ettilerse o zaman (onlar) andolsun ki; hidayete ermislerdir. Eger yüz çevirirlerse, o zaman sana düsen (görev) ancak tebligdir. Allah kullarini BASÎR’dir (görendir).
Bütün sahâbe fizik vücutlarini Allah’a teslim etmislerdir. Peki farz midir? Allahû Tealâ farz oldugunu söylüyor. Söyle buyuruyor:
-36/YÂSÎN-60: E lem a’had ileykum yâ benî âdeme en lâ ta’budûs seytân(seytâne), innehu lekum aduvvun mubîn(mubinun).
Ey Âdemogullari! Ben, sizlerden seytana kul olmayacaginiza dair ahd almadim mi? Muhakkak ki o (seytan), size apaçik bir düsmandir.
-36/YÂSÎN-61: Ve eni’budûnî, hâzâ sirâtun mustekîm(mustekîmun).
Ve Ben, sizden Bana kul olmaniza (dair ahd almadim mi?) Bu da Sirati Mustakîm (üzerinde bulunmak)tir.
Allahû Tealâ: “Seytan size apaçik düsmandir. Bana kul olmaksa, o Sirati Mustakîm’dir.” buyuruyor. Öyleyse seytan bütün insanlara apaçik bir düsmandir. Allahû Tealâ ‘Âdemogullari’ dedigi, Âdem (A.S)’in sulbünden gelen fizik vücutlara açikça söylüyor. “Bana teslim olun, Bana kul olun.” buyuruyor. Hepimiz Allah’a teslim olmakla vazifeliyiz. Bakiyoruz, bütün sahâbe Allah’a teslim olmuslar, fizik vücutlarini teslim etmislerdir. Hepsi bunu gerçeklestirmislerdir.
Bundan sonra ne olur? Bundan sonra kisi daimî zikre ulasmak için elinden gelen gayreti gösterir. Bu gerçekten dik bir yokustur. Daimî zikre ulasmak çok kolay bir konu degildir. Allahû Tealâ’nin yardimiyla gerçeklesecektir. Kisi gayretin sahibiyse, vazgeçmezse, ahd ederse, cehd ederse mutlaka hedefine ulasir. Bütün sahâbe bu hedefe ulasmislar, ulûl’elbab olmuslardir.
Iste ulûl’elbab makamina ulastik. Her kim daimî zikre ulasirsa onlar ulûl’elbabdir. Evvelâ ulûl’elbabin ne olduguna bakalim. Allahû Tealâ buyuruyor ki:
-3/ÂLI IMRÂN-190: Inne fî halkis semâvâti vel ardi vahtilâfil leyli ven nehâri le âyâtin li ulîl elbâb(ulîl elbâbi).
Hiç süphesiz; göklerin ve yerin yaratilisinda, gece ile gündüzün birbiri ardinca gelisinde, elbette ulûl’elbab için nice deliller vardir.
-3/ÂLI IMRÂN-191: Ellezîne yezkurûnallâhe kiyâmen ve kuûden ve alâ cunûbihim ve yetefekkerûne fî halkis semâvâti vel ard(ardi), rabbenâ mâ halakte hâzâ bâtilâ(bâtilan), subhâneke fekinâ azâben nâr(nâri).
O (Ulûl’elbab) ki; (lübblerin, Allah’in sir hazinelerinin sahipleri), onlar ayakta iken, otururken ve yan üstü yatarken (hep) Allah’i zikrederler. Göklerin ve yerin yaratilisi hakkinda tefekkür ederler. (Ve derler ki): “Ey Rabbimiz! Sen, bunlari bâtil olarak (bosuna) yaratmadin. Seni tesbih (tenzih) ederiz. Bizi, atesin azabindan koru.”
Yani her kim ayaktayken, otururken ve yan üstü vaziyette iken Allah’i zikrediliyorsa, onlar daimî zikrin sahipleridir ve ulûl’elbabdir. Ulûl’elbab, daimi zikrin sahipleridir. Üzerimize farz midir? Allahû Tealâ buyuruyor ki:
-4/NISÂ-103: Fe izâ kadaytumus salâte fezkurûllâhe kiyâmen ve kuûden ve alâ cunûbikum, fe izatma’nentum fe ekîmus salât(salâte), innes salâte kânet alel mu’minîne kitâben mevkûtâ(mevkûten).
Namazi bitirdiginizde; ayaktayken, otururken ve yan üzeriyken (yan üstü yatarken) Allah’i hep zikredin! Güvenlige kavustugunuzda namazi erkâniyla kilin. Çünkü; namaz, mü’minlerin üzerine, vakitleri belirlenmis bir farz olmustur.
Allahû Tealâ: “Ayaktayken de otururken de yanüstü yatarken de hep Allah’i zikredin.” buyuruyor. Daimî zikir üzerimize farz kilinmistir. Gördük ki daimî zikrin sahipleri ulûl’elbab adini aliyor. Peki bütün sahâbe daimî zikrin sahibi olmus mudur? Evet, bütün sahâbe ulûl’elbab olma serefine ermislerdir. Zumer Suresinin 18. âyet-i kerimesi bütün sahâbenin hidayete erdigini söylüyordu. Ondan sonra da, bütün sahâbenin ulûl’elbab oldugunu da ayni âyet-i kerime ifade ediyordu. Daha sonra bütün sahâbe ulûl’elbab olmuslardir.
Ulûl’elbab, lübblerin sahipleridir. Baslangiçta söyledigimiz özelliklerini bir kez daha anlatalim:
Daimî zikrin sahibidir.
Bu sebeple nefsinin kalbindeki bütün afetler yok olmustur.
Allah mutlaka kalp gözünü açmistir.
Allah mutlaka kalp kulagini da açmistir.
Bu dört esas sebep onlara üç vasif özelligi kazandirir:
1- Ehli tezekkür olmuslardir. Allah ile her an konusabilmek özelliginin sahibidir. Allahû Tealâ buyuruyor ki:
-21/ENBIYÂ-7: Ve mâ erselnâ kableke illâ ricâlen nûhî ileyhim fes’elû ehlez zikri in kuntum lâ ta’lemûn(ta’lemûne).
Ve senden önce, vahyettigimiz rical (erkekler)den baskasini göndermedik. Eger bilmiyorsaniz, zikir ehline (daimî zikrin sahiplerine) sorun.
2- Ehli hayir olmuslardir. Daimî zikrin sahipleri olduklari için her an deracat kazanirlar. Uykudayken de deracat kazanirlar. Hem de her saniye baska insanlar 1’e 10 kazaniyorken veya tâbî olanlar 1’e 100 kazanirken, 200 kazanirken, bunlar 1’e 700 kazanirlar. Tâbî olmayanlar ibadet ettikleri zaman 10 katini kazanirken, bu kisi uykuda bile her saniye 1’e 700 kazanir. Bu sebeple;
3- Ehli hikmet olmuslardir. Kur’ân-i Kerim’in yalniz lafzini degil 7 tane ruhunu da ögrenmis olan bir kisi söz konusudur. Ama burada Kur’ân-i Kerim’in 7 ruhunu degil, 5. ruha kadarini ögrenirler. Ihlâsta 6. ruh, salâhta da 7. ruh ögretilir. Bu kisi ehli hikmettir. Eger o âyet Kur’ân-i Kerim’deki 28 basamakla ilgiliyse, hangi âyete bakarsa o âyetin 28 basamaktan nereye ait oldugun bulur. Ayni zamanda bu kisi ehli hükümdür. Ister hâkim olsun ister hakem olsun kararlarin verirken mutlaka Allah’a soracagi için, mutlak olarak fiskla, adaletle hükmeder.
Öyleyse ulûl’elbab birçok vasiflarin sahibidir. Bakiniz Allahû Tealâ Al-i Imran Suresinin 7. âyet-i kerimesinde ne diyor:
-3/ÂLI IMRÂN-7: Huvellezî enzele aleykel kitâbe minhu âyâtun muhkemâtun hunne ummul kitâbi ve uharu mutesâbihât(mutesâbihâtun), fe emmellezîne fî kulûbihim zeygun fe yettebiûne mâ tesâbehe minhubtigâel fitneti vebtigâe te’vîlih(te’vîlihi), ve mâ ya’lemu te’vîlehû illâllâh(illâllâhu), ver râsihûne fîl ilmi yekûlûne âmennâ bihî, kullun min indi rabbinâ, ve mâ yezzekkeru illâ ulûl elbâb(elbâbi).
O (Allah) ki; Kitab’i, sana O indirdi. O’ndan bir kismi muhkem (mânâsi açik, yorum götürmez, süphe kabul etmez) âyetlerdir ki; bunlar, (Levhi Mahfuz’daki) ümmülkitapta (yer alan açik ve kesin âyetler)dir. Digerleri ise mütesabih (mânâsi kapali, açiklama isteyen) âyetlerdir. Kalplerinde egrilik (ve döneklik) bulunanlar, fitne çikarmak ve (kendi yararina uygun) tevîlde (yorumda) bulunmak istedikleri için o (Kitab’)in mütesabih olan kismina uyarlar. Halbuki onlarin tevîlini, kimse bilmez ancak Allah bilir. Ilimde derinlesmis olan rasihun (rüsuh sahipleri) ise derler ki: “O’na îmân ettik, hepsi de Rabbimiz katindan (indirilme)dir.” Bunu kimse tezekkür edemez ancak ulûl’elbab tezekkür edebilir.
Sadece ulûl’elbab tezekkür edebilir. Neden? Çünkü sadece ulûl’elbab Allah’a sorar. Allahû Tealâ cevabini lütfederse, cevabi Allah’tan alir ve de konuyu A’dan Z’ye ögrenir.
Bundan 14 asir önce bütün sahâbe ulûl’elbab olma serefine erdiler. Simdi biz dîn adamlarimiza ulûl’elbab kelimesini söyledigimiz zaman, hiç kimse bu söyledigimiz seyleri bize anlatmak iktidarinin sahibi degildir. Çünkü onlar Allah’tan dîn ögrenmediler. Sadece kendi hocalarinin onlara ögrettigi, asirlardan beri yazilmis olan kitaplari ögrendiler. Bu ögrenim Kur’ân’i kapsamadigi için -kapsasaydi da zaten yalniz lafzini ögreneceklerdi- Kur’ân’in ruhundan haberdar degiller.
Bir insanin ulûl’elbab olabilmesi ehli zikir olmasi demektir. Bilmeyenleri Allahû Tealâ neden ehli zikre sorduruyor? Çünkü ehli zikir kendiliginden cevap vermeyecek, Allahû Tealâ’ya soracak, Allah’tan aldigi cevabi nakledecekdir.
Hapishane hayatimizi hatirladik. Orada herkesin problemi vardi. Soruyorlardi, biz de Allahû Tealâ’dan soruyorduk. Cevap alip onlara iletiyorduk. Problemler birer birer çözüldükçe bize olan sevgi, saygi büyük ölçüde artti. Gerçekten orada çok çok mutlu günler geçirdik. Herkesin saygisini, sevgisini kazandik. Bizi daha sonra çiktiklarinda disarida görenler, elimizi öptükten sonra hep ayni seyi söylemislerdir: “Hocam, eger biz hapse girmeden önce sizi görseydik hiç orada olur muyduk?”
|
Bugün 19 ziyaretçi (21 klik) kişi burdaydı! |
|
|
|
|
|
|