Ekle

HAKİKAT VE DÜNYA WEB GROUP
İLETİŞİM FORMU
ZİYARETÇİ FORMU
1 - EDA GÜLNİHAL ANKARA - İNCİ TANELERİ - 1-
2 - EDA GÜLNİHAL ANKARA - İNCİ TANELERİ - 2 -
3 - EDA GÜLNİHAL ANKARA - İNCİ TANELERİ - 3 -
4 - EDA GÜLNİHAL ANKARA - İNCİ TANELERİ - 4 -
5 - EDA GÜLNİHAL ANKARA - İNCİ TANELERİ - 5 -
6 - EDA GÜLNİHAL ANKARA - İNCİ TANELERİ - 6 -
7- EDA GÜLNİHAL - WİNDOWSLİVE 1
SANAL ALEM - SANAL ALEMDE NEFS ÇIKMAZI - 3 -
1 - TASAVVUF NURU - HÜLYA - KONU - 1 - RESUL VE NEBİİ KAVRAMI
2 - TASAVVUF NURU - HÜLYA - KONU - 2 - MEALLERDE GİZLENEN HİDAYET SIRLARI
3 - TASAVVUF NURU - HÜLYA - 3 - KULLUK VE İBADET
4 - TASAVVUF NURU - HÜLYA - KONU 4 - ALLAH KALP GÖZÜYLE GÖRÜLÜR
5 - TASAVVUF NURU - HÜLYA - KONU 5 - ALLAH C.C AYET-İ KERİMELERİ PEYGAMBER OLMAYANLARADA GÖNDERİRMİ
6 - TASAVVUF NURU - HÜLYA - KONU 6 - NEFSİ ISLAH EDEN AMELLER
7 - TASAVVUF NURU - HÜLYA - KONU 7 - MÜSLÜMANLARIN BİRLİK VE BERABERLİĞİ
8 - TASAVVUF NURU - HÜLYA - KONU 8 - HADİS-İ ŞERİF ANEKTODLARI
9 - TASAVVUF NURU - HÜLYA - KONU 9 - HİDAYET SIRAT- I MUSTAKİYMDİR
10 - TASAVVUF NURU - HÜLYA - KONU 10 - HİDAYET VE DALALET
11 - TASAVVUF NURU - HÜLYA - KONU 11 - HİKMET - İ İLAHİ
12 - TASAVVUF NURU - HÜLYA - KONU 12 - İSLAM VE İHLAS
15 - TASAVVUF NURU - HÜLYA - KONU 15 - LA İLAHE İLLALLAH
13 - TASAVVUF NURU - HÜLYA - KONU 12 - İSLAM VE İRFAN
14 - TASAVVUF NURU - HÜLYA - KONU 14 - CENNETE GİDEN YOL
16 - TASAVVUF NURU - HÜLYA - KONU 16 - MEHDİ A.S
17 - TASAVVUF NURU - HÜLYA - KONU 17 - MEHDİ A.S VE ÇIKIŞI
18 - TASAVVUF NURU - HÜLYA - KONU 18 - MEHDİ A.S VE İRŞADI
19 - TASAVVUF NURU - HÜLYA - KONU 19 - MÜRŞİD - İ KAMİL
20 - TASAVVUF NURU - HÜLYA - KONU 20 - MÜRŞİDE TAABİYET
21 - TASAVVUF NURU - HÜLYA - KONU 21 - NEFS TEZKİYESİ
22 - TASAVVUF NURU - HÜLYA - KONU 22 - RUH VE VÜCUD
23 - TASAVVUF NURU - HÜLYA - KONU 23 - TAKVA VE İSLAM
24 - TASAVVUF NURU - HÜLYA - KONU 24 - ALLAHA TESLİMİYET
25 - TASAVVUF NURU - HÜLYA - KONU 25 - ULUL ELBAB
26 - TASAVVUF NURU - HÜLYA - KONU 26 - ZAN VE MÜSLÜMAN
27 - TASAVVUF NURU - HÜLYA - KONU 27 - ZİKİR VE ZİKİR EHLİ
28 - TASAVVUF NURU - HÜLYA - KONU 28 - MÜSLÜMAN ZULMETMEZ
29 - TASAVVUF NURU - HÜLYA - KONU 29 - ZÜHT VE İSLAM
30 - TASAVVUF NURU - HÜLYA - KONU 30 - HUKUK AHLAK VE İSLAM
31 - TASAVVUF NURU - HÜLYA - KONU 31 - AİLE VE İSLAM
TURKISC PEOPLE FOLK MUSIC BOX
HAKİKAT VE DÜNYA FACEBOOK

11 - TASAVVUF NURU - HÜLYA

KONU 11 - HİKMET - İ İLAHİ

http://www.eda-trabzon34.tr.gg


Hikmet
Allah Hikmeti diledigine verir


Bu bölümümüzde 'Hikmet' kavramini Kur'an'i Kerim isiginda inceliyoruz.
 

Hikmet, Kur’ân kavramlarinin üst boyutta yasanan bir müessesesidir. Allahû Tealâ buyuruyor ki: “Allah hikmeti diledigine verir. Kime hikmet verilmisse ona büyük hayir verilmistir.”

-2/BAKARA-269: Yu’til hikmete men yesâu, ve men yu’tel hikmete fe kad ûtiye hayran kesîrâ(kesîren), ve mâ yezzekkeru illâ ulûl elbâb(elbâbi).
(Allah) hikmeti diledigine verir. Kime hikmet verilmisse böylece ona çok hayir verilmistir, ulûl’elbabtan baskasi tezekkür edemez.


Allahû Tealâ herseyi diledigine verir. Kime ne dilerse onu verir. Ama burada dikkat edilmesi gerekli olan gerçek su ki Allahû Tealâ sadece hak edene verir. Allah’in diledigi kisi, o verdigini hak eden kisidir.
Allahû Tealâ söyle buyuruyor:

-13/RA'D-27: Ve yekûlullezîne keferû lev lâ unzile aleyhi âyetun min rabbih(rabbihi), kul innallâhe yudillu men yesâu ve yehdî ileyhi men enâb(enâbe).
Ve kâfirler: “Ona, Rabbinden bir âyet (mucize) indirilse olmaz mi?” derler. De ki: “Muhakkak ki Allah, diledigi kimseyi dalâlette birakir ve O’na yönelen kimseyi Kendine ulastirir (hidayete erdirir).”


 “Allah diledigini dalâlette birakir. Ama onlardan kim Allah'a ulasmayi dilerse onlari Kendisine ulastirir.” Allahû Tealâ dalâlette olanlari, dalâlette birakmayi diledigi için mi dalâlette kabul ediyor? Hayir, o kisiler zaten dalâlettedirler. Allahû Tealâ onlari ilgi alaninin disinda tutuyor ve buyuruyor ki: “Onlar Bana ulasmayi dilemiyorlar, bu sebeple dalâletteler.” Iste bu dalâlette olan insanlarin dizayninda farkli bir olgu vardir. Bu insanlar, Allah'a ulasmayi dilemedikleri için dalâlettedirler. “Allah onlari dalâlette birakir.” ifadesinde, Allah onlari dalâlette birakmak istedigi için dalâlette birakmis degildir. Allah onlari dalâletteki halleriyle birakir, onlarla mesgul olmaz. Ama onlardan kim Allah'a ulasmayi dilerse Allah onlari dalâlette birakmaz ve Kendisine ulastirir.
Iki grup insan vardir:
1- Allah’in dalâlette biraktiklari; Allah'a ulasmayi dilemeyenler.
2- Allah’a ulasanlar; Allah'a ulasmayi dileyenler.
Öyleyse hikmet müessesesini inceledigimiz zaman bunun isaretlerine bakiyoruz:

Hikmetin sahibi olan kisi daimî zikrin sahibi olmalidir.
Bu sebeple nefsinin kalbindeki bütün afetler yok olmus olmalidir.
Allah onun kalp gözünü açmis olmalidir.
Kalp kulagini açmis olmalidir.
Bu kisi Allahû Tealâ ile diledigi an konusabilmelidir (Ehli tezekkür).
Bu kisi daimî zikrin sahibi oldugu için kisi her an derecat kazanmaktadir (Ehli hayir).  
Allahû Tealâ’nin hayir müessesesi burada kendini gösterir. Çünkü daimî zikrin sahibi olan kisi her an derecat kazanmaktadir. Burada kesintisiz bir derecat kazanma olayiyla karsi karsiyayiz. Baskalari ayni saniyede bir derece kazansa, Allahû Tealâ kiramen kâtibin meleklerine onun 10 katini yazdirir. Ama eger hikmette olan birisi zikir yapiyorsa, her saniye “Allah” kelimesini devamli tekrar ettigi için, baskalarinin 10 derecesine mukabil o her saniye 700 derece kazanir. Onlar 10 derece kazanirlar, hikmette olanlar 700 derece kazanirlar. Iste bu onlarin hikmet sahibi ve hayrin sahibi olmalarindandir.
Allahû Tealâ: “Onlara büyük hayir verilmistir.” demekle, o kisinin daimî zikirde oldugunu, her saniye kesintisiz olarak 700 derecat kazandigini ve kazançlarinin sonsuz oldugunu ifade etmektedir. O kisi ömür boyunca daimî zikrini devam ettirecek ve kazanci da sonsuz olacaktir. Allahû Tealâ: “Onlara büyük hayir verilmistir.” demekle, sonsuz dereceler kazanmalarini ifade etmektedir.

Bu kisinin 7. özelligi hikmet sahibi olusudur (Ehli hüküm, ehli hikmet).
Öyleyse hikmetin gerçek anlamda olusabilmesinin aslî noktasina ulastik. Bir hüküm sahibi olmak, bir de hikmet sahibi olmak söz konusudur. Bu kisi eger hâkimse, bu kisi eger hakemse mutlaka dogru karar verir. Allah’tan soracak ve ona göre karar verecektir. Hep gönlü rahat edecektir. Ama bu kisi ayni zamanda hikmetin sahibidir. Ne demek istiyoruz? Kur’ân-i Kerim’in 28 basamagiyla alâkali olan hangi âyeti görse, o âyetin 28 basamaktan hangisine oturdugunu, hangisiyle iliskili oldugunu bir bakista görür.
Iste bu kisi hikmet sahibidir. 28 basamaklik bir Islâm merdiveninin 26.’sinda hikmet olusur. Hikmet, Ayn’el yakînin ötesinde ulasilan bir durumdur. Ilm’el yakîn bittikten sonra bir köprü gelir. O köprüye ulasan kisi fenâfillah makamini geçer. Köprü, fenâfillah makamini, bekâbillah makamini, züht makamini ve muhsinler makamini ihata eder. Bu dört makami geçen kisi ulûl’elbab makamina gelir, iste burasi hikmet makamidir.
Hikmetin temel muhtevasi o kisinin mutlak olarak daimî zikirde olmasidir. Daimî zikirde olmayan hiç kimse hikmet sahibi olamaz. O kisi Allah’tan ihsanlar alabilir, ni’metler alabilir ama hikmet sahibi olamaz. Hikmetin sahibi olan kisiyle, Allahû Tealâ’nin kendisine ilim verdigi kisi ayni kisi degildir. Hikmet, ilmin ötesidir, Allahû Tealâ’nin özel bir ilmidir.
Bir insanin fenâ makaminda veya bekâ makaminda veya züht makaminda veya muhsinler makaminda kalp gözü açilsa dahi, o kisi hikmet sahibi olmaz. Kisinin kalp gözü açilinca, kisi irfan sahibi olmustur. Irfan sahibi olmakla, arif olmakla, hikmet sahibi olmak ayni sey degildir. Hikmet sahibi olmak mutlaka daimî zikri gerektirdigi halde irfan sahibi olmak, arif olmak mutlaka daimî zikri gerektirmez. Daimî zikre ulasmadan da Allahû Tealâ bir insanin kalp gözünü açabilir. Allahû Tealâ bir insanin kalp kulagini da açabilir. Kisi daimî zikre ulasmadigi halde Allahû Tealâ bunu yapabilir. Ama bu kisi o noktada hikmet sahibi olmaz, hüküm sahibi olmaz, bu kisi arif olur.
            Öyleyse 28 basamaklik bir dizayn içersinde olaya bakalim. 1. basamakta olaylar yasanir, 2. basamakta olaylarin muhtevasi ortaya konulur. Kisi musibetlerle imtihan olunur ve tavrini ortaya koyar. Insanlarin büyük kismi Allah'a ulasmayi dilemeyenlerdir ama o dilemeyenlerin küçük bir kismi sadece Allah'a ulasmayi dilememekle kalmayip baska insanlarin da Allah'a ulasmayi dilemesine engel olanlardir; iste onlar seçilmezler. 2. basamak seçim basamagidir. Geri kalan insanlarin %90’dan fazlasi seçilir. Bu insanlar da toplamin %90’nindan daha fazladir.
O seçilen insanlardan %10’dan daha az kisi, Allah'a ulasmayi dileyenlerdir. Bunlar 3. basamaktadir. Bu noktadan sonra kisi Allahû Tealâ’nin Rahîm esmasiyla tecellisine muhatap olur, burasi 4. basamaktir. Sonra o kisinin üzerinde Allahû Tealâ Rahîm esmasiyla tecelliye baslayinca onun gözlerindeki hicab-i mestureyi alir, kisinin gözleri görmeye baslar. Görme hassasindaki gisaveti alir. Görme, hassayla birleserek kisinin gerçek anlamda irsad makamini irsad makami olarak görmesini temin eder. Sonra Allahû Tealâ onun kulaklarindaki vakrayi alir, o kisinin sem’î isimli isitme hassasinin mührünü açar. O kisinin kalbindeki ekinneti alir, kalbinin mührünü açar ve yerine ihbat koyar. Bu süreç içersinde Allahû Tealâ o kisinin bütün günahlarini örter. O kisiye 7 tane furkan verir ve onun bütün günahlarini örter.
Sonra Allahû Tealâ o kisinin kalbine ulasir, burasi 8. basamaktir. Sonra kisinin kalbine ulasan Allah, o kisinin kalbini Allah’a çevirir. Sonra o kisinin gögsünü yarar, serh eder, gögsünden kalbine bir nur yolu açar. Bu kisinin zikir yapmasi üzerine Allah’in katindan gelen rahmet ve fazl o kisinin gögsüne gelir, gögsündeki o yariktan geçerek kalbine ulasir, kalbine rahmet nuru girmeye baslar. Bu rahmet nuru %2’yi buldugunda kisi husû sahibi olur. Husû sahibi olan kisiyse Allah’tan mürsidini sormak yetkisinin sahibi olur. Böyle bir dizaynda bu kisi hacet namazini kilarak Allah’tan mürsidini sordugu zaman, Allah ona mürsidini gösterir. Burasi 13. basamaktir, 14. basamakta da kisi mürsidine ulasir, tâbiiyetini gerçeklestirir. Tövbe eder, el öper ve tâbiiyet tamamlanir.
Bu kisi tâbiiyet sirasinda yeni faydalar saglayacaktir, Allah ona 7 tane ni’met verecektir. Birinci ni’met, o kisinin kalbinin içine Allahû Tealâ’nin îmân kelimesini yazmasidir. Sonra o kisinin basinin üzerine devrin imaminin ruhu gelir ve yerlesir (2. ni’net). Bu ni’metlerin ikisi de Allahû Tealâ tarafindan söyle ifade edilmektedir:

-58/MUCÂDELE-22: Lâ tecidu kavmen yu’minûne billâhi vel yevmil âhiri yuvâddûne men hâddallâhe ve resûlehu ve lev kânû âbâehum ev ebnâehum ev ihvânehum ev asîretehum, ulâike ketebe fî kulûbihimul îmâne ve eyyedehum bi rûhin minhu, ve yudhiluhum cennâtin tecrî min tahtihel enhâru hâlidîne fîhâ, radiyallâhu anhum ve radû anhu, ulâike hizbullâh(hizbullâhi), e lâ inne hizballâhi humul muflihûn(muflihûne).
Allah’a ve âhiret gününe (ölmeden önce Allah’a ulasmaya) îmân eden bir kavmi, Allah’a ve O’nun Resûl’üne karsi gelenlere muhabbet duyar bulamazsin. Ve onlarin babalari, ogullari, kardesleri veya kendi asiretleri olsa bile. Iste onlar ki, (Allah) onlarin kalplerinin içine îmâni yazdi. Ve onlari, Kendinden bir ruh ile destekledi (orada egitilmis olan, devrin imaminin ruhu onlarin baslarinin üzerine yerlesir). Ve onlari, altindan nehirler akan cennetlere dahil edecek. Onlar orada ebediyyen kalacak olanlardir. Allah, onlardan razi oldu. Ve onlar da O’ndan (Allah’tan) razi oldular. Iste onlar, Allah’in taraftarlaridir. Gerçekten Allah’in taraftarlari, onlar, felâha erenler degil mi?


 “Onlarin kalplerinin içine îmân yazilir ve baslarinin üzerine Allah’in katindan, Allah’in emrinden ruh gönderilir.” Bu devrin imaminin ruhudur. Kisinin basinin üzerine gelir.
Devrin imaminin ruhu o kisinin ruhuna der ki: “Senin Allah’a mülâki olma günün, yevm’et telâkin geldi, vücudu terk et. Kime tâbî olduysan onun dergâha in. Oradan da ana dergâha geçeceksin. Ana dergâhtan Allah’a dogru yola çikacaksin.” Iste kisinin basinin üzerine gelen devrin imami, o kisinin ruhuna bunu söyleyince ruh vücudu terk eder, kime tâbî olmussa o dergâha ulasir. (3. ni’met)
Kalbe îmân yazilmasi, devrin imaminin ruhunun o kisinin basinin üzerine gelmesi ve ruhun Allah’a dogru yola çikmasi ilk üç ni’meti olusturur. Dördüncü ni’met o kisinin nefs tezkiyesine baslamasidir. Bu noktada kisi zikir yapar, “Allah, Allah, Allah, Allah” derse; Allah’in katindan hem rahmetle fazl hem de rahmetle salâvât isimli iki grup nur gelir. Rahmet nurlari tasiyicidir. Fazillar kalpte yerlesecek ve nefs tezkiyesini saglayacak olan nurlardir. Salâvât nurlari ise kalbe gelirler ve tekrar kalbi terk ederler. Diger karanliklarin kalpten temizlenmesi konusunda salâvât nurlari görevlidirler. Karanliklarin yok edilmesi, kapi disari edilmesi olayi söz konusudur.
Allah’tan gelen rahmet ve fazildan fazillar, yavas yavas kisinin nefsinin kalbindeki îmân kelimesinin çekim gücüne kapilirlar ve îmân kelimesinin etrafinda toplanmaya baslarlar. Bu fazillar %7 oldugu zaman Nefs-i Emmare tahakkuk eder. Kisi Nefs-i Emmare’dedir yani Allahû Tealâ’nin dizayninda nefsin ilk kademesindedir. Nefs-i Emmare’de, ruh zemin kattan 1. kata kadar ulasir. Sonra ikinci defa %7 nur birikimi ile ruh 1. kattan 2. gök katina ulasir. Ikinci defa %7 fazl birikimi Nefs-i Levvame’yi ifade eder. 3. defa %7 nur birikimi; Nefs-i Mülhime. Kisi, Allah’tan ilham almaya baslar. 4. defa %7 nur birikimi; Nefs-i Mutmainne, kisi doyuma ulasir. 5. defa % 7 nur birikimi; Nefs-i Radiye, kisi Allah’tan razi olur. 6. defa %7 nur birikimi; Nefs-i Mardiyye, Allah da ondan razi olur. 7. defa %7 nur birikimi; Nefs-i Tezkiye, kisinin nefsi tezkiye olmustur, ruhu da Allah’a ulasmistir.
            Allah’in yoluna giren, Allah'a ulasmayi dileyen kisi mürsidine tâbî olduktan sonra 5-6 aylik bir zaman dilimi içersinde, Allah onun ruhunu Kendisine ulastirir. Allah’in verdigi söz böylece tamamlanmis olur.
            Allah’a ulasmayi diledigi andan itibaren bu kisi Ilm’el yakîndedir, ta ki ruhu Allah’a ulassin ve teslim olsun. Ilm’el yakîn bu kisi için Allah’in bir dizaynini ifade eder. O kisi ilme yakîn hasil etmistir, daha kalp gözü kapalidir, kalp kulagi kapalidir. Yakîn müessesesi 2. kademeye, Ayn’el yakîne geçmemistir. 21. basamakta ruh Allah’a ulasir. Derhal ruh Allah’in Zat’inda yok olur. Burasi da 22. basamaktir, bu iki olay birbirinin arkasindan tahakkuk eder. Bu kisi ermis evliya olur.
Iste bir insanin Allah’a ermis evliya olmak sadedinde yalvarmasi, yakarmasi; o kisiye çok seyler kazandirir. Bu kisi Allah'a ulasmayi diledigi an 1. kat cennetin sahibidir, burasi 3. basamaktir. Mürsidine ulastigi basamak 14. basamaktir. Bu kisi Allah’tan aldigi 12 tane ihsanla mürsidine tâbî olmustur. Ihsanla tâbî olan herkes mutlaka tâbiiyeti aninda 2. kat cennetin sahibi olur. Sonra ruh anlattigimiz gibi vücuttan ayrilir, mürsidin dergâhina ulasir, oradan ana dergâha, devrin imaminin dergâhina ulasir. Oradan da Allah’a dogru yaptigi bir yolculukla Allah’in Zat’ina ulasir. Vuslat olur, Allah’a vasil olur, Allah’in Zat’inda yok olur. Ulasmak, vasil olmak 21. basamaktir, Allah’in Zat’in ifna olmak, yok olmak 22. basamaktir. Buraya kadar bütün insanlar Allah’in garantisi altindadir. Burasi velâyet makamlarindan fenâ makamidir ve Ilm’el yakînin bittigi yerdir ama Ayn’el yakîn buradan baslamaz. Bundan sonra 22. basamakta, kisinin ruhu Allah’in Zat’inda yok olur. Kisi böylece evvab olur. Evvab olmak ruhu Allah’in Zat’inda yok olmus kisi anlamindadir.
          Sonra, En’am Suresinin 127. âyet-i kerimesi geregince, böyle bir insana Allah’in bir ni’meti daha gelecektir. Allahû Tealâ buyuruyor ki:

-6/EN'ÂM-127: Lehum dârus selâmi inde rabbihim ve huve veliyyuhum bimâ kânû ya’melûn(ya’melûne).
Rab’lerinin katinda onlar için selâm yurdu (teslim yurdu) vardir. Yapmis olduklarindan dolayi, O (Allah), onlarin dostudur.


Bu kisi Allah ile olan iliskilerinde burada bekâ makamina ulasir, bu bir altin tahttir. Sonra, kisinin zikrini arttirmasi söz konusudur. Ne zaman o kisinin zikri günün yarisindan öteye geçerse, nefsinin kalbindeki nurlar da %71’i asar. Bu kisinin kalbindeki nurlar %81’e ulastigi zaman o kisinin fizik vücudu da Allah’a teslim olur. Burasi muhsinler makamidir.
Kisi Allah’in Zat’inda yok oldugu zaman fenâ makamina ulasmistir. Allah ona bundan sonra Indi Ilâhi’de altin bir taht ihsan ettigi zaman, kisi bekâ makamina ulasmistir. Kisinin zikri günün yarisini astigi zaman kisi zahid olmustur, züht makaminin sahibi olmustur ve nefsinin kalbindeki nurlar %71’i asmistir. Ne zaman o kisinin nefsinin kalbindeki nurlar %81’e ulasirsa, o kisinin fizik vücudu Allah’a teslim olur. Kimin vücudu Allah’a teslim olmussa bu teslim keyfiyeti, o kisinin nefsinde %81’den fazla nur birikimini ifade eder.
Böyle bir ortamda bu %81 nur birikiminde fenâ, bekâ, züht ve muhsinler makami geçilir. Bu 4 makamin herhangibirisinde o kisinin kalp gözü açilabilir. O zaman bu kisi kalp gözü açilan birisi olmustur, arif olmustur, irfan sahibi olmustur. Veya kalp kulagi açilir; Allah’in söylediklerini isitmeye baslar, gene arif olmustur, irfan sahibi olmustur ama hikmet sahibi olamamistir. Ikisi birden; kalp kulagi da kalp gözü de açilabilir. Gene irfan sahibi olmustur ama hikmet sahibi olamamistir.
Kisi ne zaman daimî zikre ulasirsa o zaman hikmet sahibi olacaktir. Bu kisi günün yarisindan daha fazla zikre zaten çoktan ulasmistir. Asil asilmasi güç olan handikap budur; günün yarisindan daha fazla zikretmek. Bu noktayi asan kisi, ondan sonra daimî zikre yükselecektir ve daimî zikre ulastigi zaman da hikmet sahibi olacaktir.
           Allahû Tealâ böyle insanlara, hikmet sahibi olan insanlara “ulûl’elbab” diyor. Elbab, lübbler demektir. Ulûl’elbab; lübblerin sahipleridir. Lübb, bes duyumuzla hissedebildigimiz seylerin ötesini hissedebilmemiz anlamina gelir. Iste bu müessese Kur’ân-i Kerim’de “ulûl’elbab” adiyla anilir.
Kimdir ulûl’elbab? Hadi gelin tarifine bakalim. Allahû Tealâ buyuruyor ki:

-3/ÂLI IMRÂN-190: Inne fî halkis semâvâti vel ardi vahtilâfil leyli ven nehâri le âyâtin li ulîl elbâb(ulîl elbâbi).
Hiç süphesiz; göklerin ve yerin yaratilisinda, gece ile gündüzün birbiri ardinca gelisinde, elbette ulûl’elbab için nice deliller vardir.

-3/ÂLI IMRÂN-191: Ellezîne yezkurûnallâhe kiyâmen ve kuûden ve alâ cunûbihim ve yetefekkerûne fî halkis semâvâti vel ard(ardi), rabbenâ mâ halakte hâzâ bâtilâ(bâtilan), subhâneke fekinâ azâben nâr(nâri).
O (Ulûl’elbab) ki; (lübblerin, Allah’in sir hazinelerinin sahipleri), onlar ayakta iken, otururken ve yan üstü yatarken (hep) Allah’i zikrederler. Göklerin ve yerin yaratilisi hakkinda tefekkür ederler. (Ve derler ki): “Ey Rabbimiz! Sen, bunlari bâtil olarak (bosuna) yaratmadin. Seni tesbih (tenzih) ederiz. Bizi, atesin azabindan koru.”


Bir insan üç halde bulunabilir; ayaktadir, oturuyordur, yan üstü yatiyordur. Ya da herhangibir sekilde yatiyordur ama Allah’in ulûl’elbab kullari yan üstü yatanlardir. Onlar genellikle kibleyi saga alacak bir sekilde yataklarini dizayn ederler, sonra saga dogru dönerek uyurlar, kulaklari yastiga gelir, birazcik kulaklarini yastik üzerinde hareket ettirirler, bir noktada karar kilarlar. Iste karar kildiklari nokta, kulaklarinda basinç sebebiyle kalplerinin atisini hissettikleri noktadir. Kalplerinin her çift atisinda dillerini de kimildatmaksizin iç dünyalarinda “Allah” kelimesini tekrar ede ede uyurlar. Dillerini kimildatmadan söylerler. Iç dünyalarinda “Allah” kelimesi devamli yankilanir. Kisi sabahleyin uyandigi zaman da zikrinin devam ettigini görür. Allah kelimesi o kisi tarafindan devamli tekrar edilir. Allahû Tealâ’nin bütün güzellikleri burada adim adim görülmeye baslar. Kisinin kalp gözü açilmistir, kalp kulagi açilmistir çünkü o kisi daimî zikrin sahibidir.
Peki, hikmet sahibi olmak üzerimize farz midir? Evet, hikmet sahibi olmak hepimizin üzerine farzdir. Allahû Tealâ diyor ki: “Ayaktayken de otururken de yan üstü yatarken de hep Allah'i zikredin.”

-4/NISÂ-103: Fe izâ kadaytumus salâte fezkurûllâhe kiyâmen ve kuûden ve alâ cunûbikum, fe izatma’nentum fe ekîmus salât(salâte), innes salâte kânet alel mu’minîne kitâben mevkûtâ(mevkûten).
Namazi bitirdiginizde; ayaktayken, otururken ve yan üzeriyken (yan üstü yatarken) Allah’i hep zikredin! Güvenlige kavustugunuzda namazi erkâniyla kilin. Çünkü; namaz, mü’minlerin üzerine, vakitleri belirlenmis bir farz olmustur.


Öyleyse ayaktayken de otururken de yan üstü yatarken de hep Allah'i zikretmek üzerimize farzdir. Görülüyor ki hikmet sahibi olmak farzmis. Peki, Allahû Tealâ’nin bu hikmet sahibi kullari hangi özelliklerinin sahibidir? Allahû Tealâ bu makama “ulûl’elbab makami” diyor. Bu makam hikmetin 1. kademesidir. Bu makamda kisiye yerlerin melekûtu (7 kat yerler yani 7 kat cehennem) gösterilir. 7 kat cehennem o kisiye mutlak olarak gösterilir, bunun adi yerlerin melekûtudur.
Gördük ki ulûl’elbab olmak insanlarin üzerine farzdir. Bütün sahâbe, üzerlerine düsen bu farzi Peygamber Efendimiz (S.A.V) ile birlikte gerçeklestirmisler mi? Evet, bütün sahâbe gerçeklestirmis. Iste Allahû Tealâ Zumer-18’de sahâbeden bahsediyor:

-39/ZUMER-18: Ellezîne yestemiûnel kavle fe yettebiûne ahseneh(ahsenehu), ulâikellezîne hedâhumullâhu ve ulâike hum ulûl elbâb(elbâbi).
Onlar, sözü isitirler, böylece onun ahsen olanina tâbî olurlar. Iste onlar, Allah’in hidayete erdirdikleridir. Ve iste onlar; onlar ulûl’elbabtir (daimî zikrin sahipleri).


 “Onlar sözü dinlerler, sözün ahsen olanina tâbî olurlar.” dedikten sonra Allahû Tealâ diyor ki: “Onlar hidayete erdiler ve onlar ulûl’elbab oldular.” Öyleyse hepsi hidayete ermisler, ruhlarini Allah’a ulastirmislar, fizik vücutlarini Allah’a teslim etmisler ve hikmet sahibi olmuslardir. Çünkü Allahû Tealâ Zumer-18’de onlarin ulûl’elbab oldugunu söylüyor. Bütün sahâbe ulûl’elbab olmustur.
 Ulûl’elbab kimdir? Ulûl’elbab; daimî zikrin sahibidir. Ulûl’elbab kimdir? Ulûl’elbab; hikmet sahibidir. Hikmet müessesesine baktigimiz zaman bu hikmet müessesesinde mutlaka kalp gözünün açildigini, mutlaka kalp kulaginin da açildigini görüyoruz. Bu açilma 5. basamaktaki dünyaya ait olan, mürsidi mürsid olarak görmek üzere fizik dünyaya açilan bir göz açilmasi degildir. Bu gayba gözlerin açilmasidir. 7. kat, en alt cehennemden 6., 5., 4., 3., 2., 1. kat cehennemlere dogru bütün cehennemleri Allahû Tealâ bu kisiye gösterir. Sonra da bu katin özelligi, yeryüzünde orta nokta olan ana dergâhin da gösterilmesidir. 7 kat yerlerle daha sonra baslayacak olan 7 kat göklerin arasinda Allahû Tealâ’nin devrin imaminin dergâhini göstermesi de söz konusudur.
Hikmet sahibi olan herkese mutlaka Allahû Tealâ tarafindan ana dergâh gösterilir, onu görürler. 10’arlik insan ruhlari siralamasini görürler. Her birinin önünde Kur’ân’larin üzerinde oldugu rahleler vardir ve ilk 10’arlik siranin sag tarafinda sag kanat velîsi, sol tarafinda sol kanat velîsi vardir. Sag kanat velîsi ayni zamanda ders verir. Ana dergâhta Peygamber Efendimiz (S.A.V) de sik sik bulunur. Ebû Bekir-i Siddik (R.A) sag kanat velîsidir.
Bu zemin katin ötesinde bir de balkon kati, asma kat vardir. Orada da 7. kata çikabilenler 10’arlik siralar halinde secdededirler ve onlar rahle-i tedrisati asmislardir. 6. kati asip 7. kata ulasabilenler, asma kattaki 10’arlik siralara dahil olurlar.
Allahû Tealâ ulûl’elbabin ehli tezekkür oldugunu ifade etmektedir:

-3/ÂLI IMRÂN-7: Huvellezî enzele aleykel kitâbe minhu âyâtun muhkemâtun hunne ummul kitâbi ve uharu mutesâbihât(mutesâbihâtun), fe emmellezîne fî kulûbihim zeygun fe yettebiûne mâ tesâbehe minhubtigâel fitneti vebtigâe te’vîlih(te’vîlihi), ve mâ ya’lemu te’vîlehû illâllâh(illâllâhu), ver râsihûne fîl ilmi yekûlûne âmennâ bihî, kullun min indi rabbinâ, ve mâ yezzekkeru illâ ulûl elbâb(elbâbi).
O (Allah) ki; Kitab’i, sana O indirdi. O’ndan bir kismi muhkem (mânâsi açik, yorum götürmez, süphe kabul etmez) âyetlerdir ki; bunlar, (Levhi Mahfuz’daki) ümmülkitapta (yer alan açik ve kesin âyetler)dir. Digerleri ise mütesabih (mânâsi kapali, açiklama isteyen) âyetlerdir. Kalplerinde egrilik (ve döneklik) bulunanlar, fitne çikarmak ve (kendi yararina uygun) tevîlde (yorumda) bulunmak istedikleri için o (Kitab’)in mütesabih olan kismina uyarlar. Halbuki onlarin tevîlini, kimse bilmez ancak Allah bilir. Ilimde derinlesmis olan rasihun (rüsuh sahipleri) ise derler ki: “O’na îmân ettik, hepsi de Rabbimiz katindan (indirilme)dir.” Bunu kimse tezekkür edemez ancak ulûl’elbab tezekkür edebilir.


“O (Allah) ki; sana Kur’ân’i indirdi. O’nda yani Kur’ân’da hem muhkem âyetler vardir hem mütesabih âyetler vardir. Muhkem âyetler, Kur’ân’in esasini teskil ederler. Mütesabih âyetlere gelince, onlarin gerçek anlamini Allah’tan baska kimse bilmez. Kalplerinde zeyg olanlar, mütesabih âyetleri kullanmak suretiyle baska insanlarin arasina fitne sokmak isterler. Ilimde köklesmis olan zahirî ilmin sahipleri, rasihun ise derler ki: ‘Ey Yüce Allah’im, bu âyetlerin hepsini Sen indirdin, hepsi Senin katindandir.’ Ama rasihun, mütesabih âyetleri tezekkür edemezler. Ancak ulûl’elbab tezekkür edebilir.”
Allahû Tealâ: “Illâ ulûl elbab” diyor. Iste hikmet sahipleri ulûl’elbab olanlardir. Daimî zikrin sahipleridir. Ulûl’elbab makamindan sonra ihlâs makami geliyor. Ihlâs makamindan sonra salâh makami geliyor. Öyleyse hikmetin ötesi de vardir. Evet, insanlardan her kim Allah’in Zat’ini görürse o hikmetin ötesine geçer. Allah’in Zat’ini görmekse iradeyi Allah’a teslimle gerçeklesir. Böyle bir noktaya ulasabilmek için kisinin nefsinin kalbinde 19 mertebe müzeyyen olmak vücuda gelmelidir.
Öyleyse hikmet sahibi olan insan demek ki ehli tezekkürmüs. Al-i Imran Suresinin 7. âyet-i kerimesi hikmet sahibi olan kisinin, ulûl’elbabin mütesabih âyetleri tezekkür edebilecegini söylüyor. Rasihun ise: “Bütün bu âyetlere inandik, emin olduk ki mutlaka Senin katindandir derler.” diyor, ama tezekkür edemiyor. Tezekkür müessesesi ulûl’elbaba aittir. Allahû Tealâ Kur’ân-i Kerim’inde buyuruyor ki:

-21/ENBIYÂ-7: Ve mâ erselnâ kableke illâ ricâlen nûhî ileyhim fes’elû ehlez zikri in kuntum lâ ta’lemûn(ta’lemûne).
Ve senden önce, vahyettigimiz rical (erkekler)den baskasini göndermedik. Eger bilmiyorsaniz, zikir ehline (daimî zikrin sahiplerine) sorun.


Allahû Tealâ: “Senden önce de kendilerine vahyettigimiz erkekler gönderdik. Bilmiyorsaniz zikir ehline sorun.” diyor. Zikir ehli daimî zikrin sahipleridir yani hikmet ehlidir. Allahû Tealâ: “Bilmiyorsaniz ehline sorun.” demiyor, “Bilmiyorsaniz zikir ehline sorun.” diyor. Öyleyse zikir ehli Allah’in dostlaridir, üst seviye dostlaridir.
Iste bu kisi ulûl’elbab makaminda 7 kat yerleri gördükten sonra zemin katta devrin imaminin dergâhini da görür. Daha sonra bu kisiye gök katlarindan 1.’si gösterilecektir ve kisi 2., 3., 4., 5., 6., 7. gök katlarini görecektir; bu makam ihlâs makamidir.
Allahû Tealâ acaba zikir ehli demekle neyi kastediyor? Zikir ehli demek “daimî zikrin sahibi” demektir. Zikir ehli demek “zikir sahibi” demektir. Kisi zikrin bütünlestigi bir noktadadir. Böyle bir insan Allah ile her an konusabilir. Allahû Tealâ’nin bir büyük ni’metine müyesser olmustur. Allahû Tealâ ona bu ni’meti vermistir. Kisi Allah ile olan iliskilerinde her an Allah’a bir seyler sormak yetkisinin sahibi kilinmistir. Allahû Tealâ lütuf ederse mutlaka sorunun cevabini verir.
Öyleyse tezekkür kelimesi, müzakere kelimesi, zikir kelimesi ayni kökten gelir. Müzakere; bir konuyu karsilikli konusmak ve bir konu hakkinda birisinin digerini sözlü imtihana tutmasidir, her ikisi de müzakeredir. Tezekkür ayni kökten gelir, karsilikli konusma anlamini tasir. Sualler sorulur, cevaplar alinir. Bir kelime iki kelime konusulmaz, konusma devam eder. Böyle bir insan tezekkür müessesesinin sahibidir. Bir arkadasiyla herhangibir konuyu konusuyor gibi saygi içinde, edep içinde Allah’la konusur. Allah da onunla konusur. Allahû Tealâ’nin bir insana vahyetmesi, o insanla karsilikli konusmasidir. Allahû Tealâ diyor ki:

-42/SÛRÂ-51: Ve mâ kâne li beserin en yukellimehullâhu illâ vahyen ev min verâi hicâbin ev yursile resûlen fe yûhiye bi iznihî mâ yesâu, innehu aliyyun hakîm(hakîmun).
Allah’in hiçbir insanla konusmasi olmamistir, illâ vahyile veya perde arkasindan veya diledigine izniyle vahyetsin diye resûl (melek) göndererek. Allah, bilir ve hikmet sahibidir.


Yani, “Allahû Tealâ hangi insanla konusursa, onunla vahiyle konusur.” diyor. Öyleyse ehli tezekkür, Allah’tan vahiy alanlardir. Ehli tezekkür, ayni zamanda “ehli zikir” mânâsina da gelir yani zikrin bütün boyutlariyla sahibidir. 24 saat zikir yapabilen insan ehli zikirdir. Onun için zikr-i daim olmasi sebebiyle her saniye derecat kazanirlar ve her saniye 700 derecat kazanirlar. Bu sebeple Peygamber Efendimiz (S.A.V): “Âlimin uykusu cahilin namazindan daha çok derecat kazandirir, daha efdaldir.” diyor. O uykudayken de 700 derecat kazanirken, namaz kilan kisi eger Allah yoluna girmemisse, sadece namaz kilmanin derecesini kazaniyorsa, her saniye 10 derece kazanabilir. Allah yolunda gayret eden bu hikmet sahipleri için Allahû Tealâ’nin hayir konusunda dizayn ettiginde bakiyoruz ki; hayir o kisinin zikrine dayalidir. Bu kisi daimî zikrin sahibidir. Öyleyse sonsuz hayrin sahibidir.
Hikmetin ötesi ihlâs makamidir. Burada göklerin 7 kati gösterilir, göklerin melekûtu gösterilir. Sonra kisi 7. katin 7. âlemi olan Indi Ilâhi’ye ulastiginda Sidretül Münteha’yi gördügü zaman o kisi salâh makamina davet edilir. Bu, Tövbe-i Nasuh’la gerçeklesir. Allah’in huzurunda bir tövbe islemi yapilir, Bu Tövbe-i Nasuh’tur. Tövbe-i Nasuh yapan kisi, o da hikmet ehlidir ve ihlâs makamini asar, salâh makamina ulasir. Burada kisinin günahlari örtülür, o kisiye salâh nuru verilir.
Salâh makaminin birinci kademesi, o kisinin Tövbe-i Nasuh’la tövbe etmesidir. Sonra günahlar örtülür, sonra salâh nuru verilir, sonra günahlari sevaba çevrilir, en sonra da iradesi Allahû Tealâ tarafindan teslim alinir. Iste bu iradesi teslim alinan kisi Allahû Tealâ tarafindan “Irsada memur ve mezun kilindin.” cümlesiyle irsad makaminin sahibi kilinir. O iradesini Allah’a teslim ettigi için her an Allah’tan ne yapmasi lâzim geldigini sorar. Sormadigi zaman da, her an Allah ona ne yapmasi lâzim geldigini söyler. Iradesini Allah’a teslim ettigi cihetle karar merci Allah’tir. Ve o kisi sorsa da sormasa da Allah ona ne yapacagini devamli olarak söyleyecektir. Bu nokta son bulmacanin çözüldügü, Allah’in Zat’inin görüldügü noktadir. Burasi hikmetin ötesidir. Allah’in Zat’i hikmetin ötesini kapsar.
Bütün sahâbe hikmetin ötesine ulasmislar, hepsi bu bapta irsad makamina tayin edilmislerdir. Tevbe Suresinin 100. âyet-i kerimesi bütün sahâbenin bu hedefe ulastigini ifade etmektedir. Allahû Tealâ diyor ki:

-9/TEVBE-100: Ves sâbikûnel evvelûne minel muhâcirîne vel ensâri vellezînettebeûhum bi ihsânin radiyallâhu anhum ve radû anhu ve eadde lehum cennâtin tecrî tahtehel enhâru hâlidîne fîhâ ebedâ(ebeden), zâlikel fevzul azîm(azîmu).
O sabikûn-el evvelîn (evvelki hayirlarda yarisanlardan salâh makaminda iradesini Allah'a teslim ederek irsada memur ve mezun kilinanlar): Onlarin bir kismi muhacirînden (Mekke'den Medine'ye göç edenlerden) bir kismi ensardan (Medine'deki yardimcilardan) ve bir kismi da onlara (ensar ve muhacirîne) ihsanla tâbî olanlardandi. (Sahâbe irsad makamina sahip olduklari için onlara tâbî olundu). Allah, onlardan razi ve onlar da O'ndan (Allah'tan) razidir. Onlara Allah, altlarindan irmaklar akan cennetler hazirladi ve orada ebediyyen kalacaklardir. Iste bu, en büyük (azîm) mükâfattir.


Öyleyse her seyin en güzel oldugu bir dizayn söz konusudur. Bütün sahâbeye ensar olsun, muhacirîn olsun hepsine tâbî olunmus. Tâbî olanlar tâbiîn adini aliyor. Sonra tâbiîne tâbî olmuslar; onlara da tebe-i tâbiîn deniyor.

 


Bugün 3 ziyaretçi (7 klik) kişi burdaydı!




Bu web sitesi ücretsiz olarak Bedava-Sitem.com ile oluşturulmuştur. Siz de kendi web sitenizi kurmak ister misiniz?
Ücretsiz kaydol