Ekle

HAKİKAT VE DÜNYA WEB GROUP
İLETİŞİM FORMU
ZİYARETÇİ FORMU
1 - EDA GÜLNİHAL ANKARA - İNCİ TANELERİ - 1-
2 - EDA GÜLNİHAL ANKARA - İNCİ TANELERİ - 2 -
3 - EDA GÜLNİHAL ANKARA - İNCİ TANELERİ - 3 -
4 - EDA GÜLNİHAL ANKARA - İNCİ TANELERİ - 4 -
5 - EDA GÜLNİHAL ANKARA - İNCİ TANELERİ - 5 -
6 - EDA GÜLNİHAL ANKARA - İNCİ TANELERİ - 6 -
7- EDA GÜLNİHAL - WİNDOWSLİVE 1
SANAL ALEM - SANAL ALEMDE NEFS ÇIKMAZI - 3 -
1 - TASAVVUF NURU - HÜLYA - KONU - 1 - RESUL VE NEBİİ KAVRAMI
2 - TASAVVUF NURU - HÜLYA - KONU - 2 - MEALLERDE GİZLENEN HİDAYET SIRLARI
3 - TASAVVUF NURU - HÜLYA - 3 - KULLUK VE İBADET
4 - TASAVVUF NURU - HÜLYA - KONU 4 - ALLAH KALP GÖZÜYLE GÖRÜLÜR
5 - TASAVVUF NURU - HÜLYA - KONU 5 - ALLAH C.C AYET-İ KERİMELERİ PEYGAMBER OLMAYANLARADA GÖNDERİRMİ
6 - TASAVVUF NURU - HÜLYA - KONU 6 - NEFSİ ISLAH EDEN AMELLER
7 - TASAVVUF NURU - HÜLYA - KONU 7 - MÜSLÜMANLARIN BİRLİK VE BERABERLİĞİ
8 - TASAVVUF NURU - HÜLYA - KONU 8 - HADİS-İ ŞERİF ANEKTODLARI
9 - TASAVVUF NURU - HÜLYA - KONU 9 - HİDAYET SIRAT- I MUSTAKİYMDİR
10 - TASAVVUF NURU - HÜLYA - KONU 10 - HİDAYET VE DALALET
11 - TASAVVUF NURU - HÜLYA - KONU 11 - HİKMET - İ İLAHİ
12 - TASAVVUF NURU - HÜLYA - KONU 12 - İSLAM VE İHLAS
15 - TASAVVUF NURU - HÜLYA - KONU 15 - LA İLAHE İLLALLAH
13 - TASAVVUF NURU - HÜLYA - KONU 12 - İSLAM VE İRFAN
14 - TASAVVUF NURU - HÜLYA - KONU 14 - CENNETE GİDEN YOL
16 - TASAVVUF NURU - HÜLYA - KONU 16 - MEHDİ A.S
17 - TASAVVUF NURU - HÜLYA - KONU 17 - MEHDİ A.S VE ÇIKIŞI
18 - TASAVVUF NURU - HÜLYA - KONU 18 - MEHDİ A.S VE İRŞADI
19 - TASAVVUF NURU - HÜLYA - KONU 19 - MÜRŞİD - İ KAMİL
20 - TASAVVUF NURU - HÜLYA - KONU 20 - MÜRŞİDE TAABİYET
21 - TASAVVUF NURU - HÜLYA - KONU 21 - NEFS TEZKİYESİ
22 - TASAVVUF NURU - HÜLYA - KONU 22 - RUH VE VÜCUD
23 - TASAVVUF NURU - HÜLYA - KONU 23 - TAKVA VE İSLAM
24 - TASAVVUF NURU - HÜLYA - KONU 24 - ALLAHA TESLİMİYET
25 - TASAVVUF NURU - HÜLYA - KONU 25 - ULUL ELBAB
26 - TASAVVUF NURU - HÜLYA - KONU 26 - ZAN VE MÜSLÜMAN
27 - TASAVVUF NURU - HÜLYA - KONU 27 - ZİKİR VE ZİKİR EHLİ
28 - TASAVVUF NURU - HÜLYA - KONU 28 - MÜSLÜMAN ZULMETMEZ
29 - TASAVVUF NURU - HÜLYA - KONU 29 - ZÜHT VE İSLAM
30 - TASAVVUF NURU - HÜLYA - KONU 30 - HUKUK AHLAK VE İSLAM
31 - TASAVVUF NURU - HÜLYA - KONU 31 - AİLE VE İSLAM
TURKISC PEOPLE FOLK MUSIC BOX
HAKİKAT VE DÜNYA FACEBOOK

27 - TASAVVUF NURU - HÜLYA

KONU 27 - ZİKİR VE ZİKİR EHLİ

http://www.eda-trabzon34.tr.gg


Zikir ve Ehli Zikir
Zikir nedir? Farz midir? Nasil zikredilir?


Zikir kavramini ayetler isiginda inceliyoruz.

“Zikir nedir?” diye sordugumuz zaman bize diyorlar ki: “Zikir hatirlamaktir.” “Ehli zikir nedir? Ehli zikir kimdir?” diye sordugumuzda “Allah’i hatirlayan ehli zikirdir.” diyorlar. “Ben Kur’ân okuyorum, Kur’ân bir zikirdir. Öyleyse ben Kur’ân okuyan olarak ehli zikirim, zikir sahibiyim.” Kur’ân kültüründen bu kadar yoksun insanlar, insanlara dîn dersi vermekteler.
Bundan belki 20 yil evveldi. O zaman Istanbul Müftü Yardimcisi bir kardesimizdi zannediyorum. Doçentti, simdi profesör oldu. Ehli zikirden kendisine bahsettigimiz zaman: “Ehli zikir benim, ben Kur’ân okurum. Kur’ân okuyan ehli zikirdir. Çünkü Kur’ân okumak, Kur’ân-i Kerim’de zikir olarak geçiyor.” dedi. Söyledigi dogru, Kur’ân gerçekte Kur’ân-i Kerim’de “zikir” olarak geçiyor. Kur’ân bir zikirdir. Kur’ân okumak da bir zikirdir. Namaz kilmak da bir zikirdir. Ama asil zikir Allah’in ismini “Allah, Allah, Allah, Allah, Allah…” diye tekrar etmektir. Iste eger insanlar Kur’ân’i unutmuslarsa, eger dîn adamlarimiz, dîn ögretenler zikri unutmuslarsa, kendileri zikir ehli degilse, o zaman zikir ehli olmanin muhtevasini da bilemezler.
Öyleyse evvelâ “Kur’ân-i Kerim’in en büyük ibadeti hangisidir?” diye soralim ve cevabini verelim. En iyisi bu degil mi? Elimizde dogruyu yanlistan ayirt eden bir tane furkan var. O tek furkan Kur’ân-i Kerim’dir. Her sey O’nda yargilanir. Baska nesnelerle Kur’ân yargilanmaz. Her söylenen söz, meselâ hadîsler; uydurma midir, mevzu mudur, degil midir, saglam hadîs midir, senetli midir, sepetli midir? Her neyse, biz detaylari bilmeyiz. Allahû Tealâ açik bir sekilde buyuruyor: “Kur’ân furkandir.” Peygamber Efendimiz (S.A.V) de gene açik bir sekilde buyuruyor: “Bir gün Benim hadîslerim tartisilacaktir. Kur’ân’a bakin. Hiç bir hadîsim Kur’ân’a aykiri olmaz.” diyor.
Bu kadar uydurma hadîsin nasil biraraya geldigini anlamak gerçekten zor. Çünkü hadîsleri alip da Kur’ân’la karsilastirdigimiz zaman bir çogunun geçersiz oldugunu görüyoruz. Peygamber Efendimiz (S.A.V) de bunu çok iyi bildigi için, Kendi adina kim bilir ne kadar hadîsin uydurulacagini evvelden bildigi için ve Allah O’na söyledigi için, O da önceden söylüyor bunu: “Benim hadîslerim tartisilacaktir. Kur’ân’a bakiniz. Hiçbiri Kur’ân’a aykiri olamaz.” diyor.
Ankebut Suresinin 45. âyet-i kerimesine gelin beraberce bakalim. Allahû Tealâ buyuruyor ki:

 

-29/ANKEBÛT-45: Utlu mâ ûhiye ileyke minel kitâbi ve ekimis salât(salâte), innes salâte tenhâ anil fahsâi vel munker(munkeri), ve le zikrullâhi ekber(ekberu), vallâhu ya’lemu mâ tasneûn(tasneûne).
Kitaptan sana vahyedilen seyi oku ve salâti ikâme et (namazi kil). Muhakkak ki salât (namaz), fuhustan ve münkerden nehyeder (men eder). Ve Allah’i zikretmek mutlaka en büyüktür. Ve Allah, yaptiginiz seyleri bilir.


Münker, Allah’in söylediklerinin inkâr edildigi standartlardir. Fuhus da nefsimizin afetlerine tâbî oldugumuz her olaydir. Nefsimizin afetleri bizi hangi noktada yere yikmissa, yenmisse, hangi noktada nefsimize tâbî olup günah islemissek iste onlarin her birisi fuhustur. Orada ne yapiyoruz? Orada ne yaptigimizi Casiye Suresinin 23. âyet-i kerimesi söylüyor. Allahû Tealâ buyuruyor ki:

-45/CÂSIYE-23: E fe reeyte menittehaze ilâhehu hevâhu ve edallehullâhu alâ ilmin ve hateme alâ sem’ihî ve kalbihî ve ceale alâ basarihî gisâveh(gisâveten), fe men yehdîhi min ba’dillâh(ba’dillâhi), e fe lâ tezekkerûn(tezekkerûne).
Hevasini kendisine ilâh edinen kisiyi gördün mü? Ve Allah, onu ilim (onun faydasiz ilmi) üzere dalâlette birakti. Ve onun isitme hassasini ve kalbini mühürledi. Ve onun basar (görme) hassasinin üzerine gisavet (perde) kildi (çekti). Bu durumda Allah’tan sonra onu kim hidayete erdirir? Hâlâ tezekkür etmez misiniz?


Rab mevkiinde Allah var; emredici, emrine itaat edilen mürebbiye, terbiyeci. Bütün insanlari en güzel standartlarda en güzele ulastiracak olan Allah’tir. Bu insanlar ne yapiyorlar? Allahû Tealâ’nin emirleri var, onlari yerine getirmiyorlar. Peki, Allah’in emirlerini yerine getirmiyorsa neyi yerine getiriyorlar? O anda nefsinin hangi afetiyle alakaliysa o olay, o afetin talep ettigi seyi gerçeklestiriyor. Hevasini yani nefsinin afetlerini, o olayda kendisine ilâh ediniyor. O olayda, Allah’i Rab mevkiinden, emir ve kumanda mevkiinden çekip aliyor, nefsinin afetini Rabbinin yerine getiriyor. Onun emrini yerine getiriyor.
Iste Allahû Tealâ böyle insanlar için: “Onlar hevalarini kendilerine ilâh edinenlerdir.” Hevalarini kendilerine ilâh edinen insanlari Allah onlarin ilimleri üzere dalâlette birakir.” diyor.  Iste o âlim geçinen insanlarin büyük çogunlugu, kendilerine insanlarin yazdigi kitaplarla ilim ögretilenlerdir. Asirlardan beri insanlar açiklamalar yapmislar, itikadî konularda, muamelatta, akaidde, kelamda, her türlü dîni konuda hep insanlar yazmislar çizmisler. Bunlar bugüne kadar ulasmis. Ayri ayri gruplar tarafindan genel kabul görmüs olanlar, az kabul görmüs olanlar, reddedilenler olmus.
Bir grubun reddettigini öbür taraf kabul ediyor. Böylece bir karmasa dînde hüküm sürüyor. Iste ilimleri üzere Casiye Suresinin 23. âyet-i kerimesine göre Allah’in dalâlette biraktigi insanlar bulunuyor. Bu insanlarin isareti sudur: “Allah onlarin görme hassalarina (basarlarina) gisavet isimli perde çeker.” diyor. Sonra ne diyor? “Allah onlarin sem’î isimli isitme hassalarini mühürler. Allah onlarin kalplerini de mühürler.” Yani kalplerindeki idrak hassasi da mühürlüdür.
Insanlar o kadar çok seyi unutmuslar ki; kendilerini kurtulusa ulastiracak olan herseyden, seytan allem etmis, kallem etmis ellerini ayaklarini çektirmis. Iste bunlardan birisi de zikirdir.
Zikir, hatirlamak mânâsina gelir.
1- Allah’i zikretmek, Allah’i hatirlamak mânâsina gelir.
2- Tekrar etmek mânâsina gelir. Allah’in ismini “Allah, Allah, Allah…” diye tekrar etmek mânâsina gelir.
3- Bir mefhumun, bir kelimenin daha evvel geçtigini, kullanildigini da ifade etmekte de kullanilir. Meselâ “Yukarida mezkur olan bu kelime.” cümlesi “Yukarida zikredilmis olan.” demektir. Yukarida yazilmis olan simdi hatirlatiliyor.
Zikir Allahû Tealâ’nin isminin “Allah, Allah, Allah, Allah, Allah…” diye tekrarinin da adidir.
Kur’ân-i Kerim’de Allah’in adini “Allah, Allah, Allah, Allah, Allah…” diye zikretme müessesesi farz midir? Evet. Bu zikir, devamliligi açisindan zikir adini alir. Bu, günün bir kisminda Allah’i ara sira zikretmektir ve üzerimize farzdir. Allahû Tealâ buyuruyor ki:

-73/MUZEMMIL-8: Vezkurisme rabbike ve tebettel ileyhi tebtîlâ(tebtîlen).
Ve Rabbinin Ismi'ni zikret ve herseyden kesilerek O’na ulas.


Zikrin Allah ismi kullanilarak gerçeklestirilmesi konunun temelidir. “ve tebettel ileyhi tebtîlâ: Herseyden kesilerek Allah’i zikret. Allah’a dogru yola çikarak Allah’a ulas.”
Allahû Tealâ bu ulasmanin zikirle gerçeklesecegini, Muzemmil Suresinin 8. âyet-i kerimesinde anlatiyor: “Allah’in ismini zikret, Rabbinin ismini zikret.”
Rabbimizin ismi El-Ilâh’tir. ‘El-Ilâh’ kelimesi Türkçemizde “Allah” olarak degerlendirilir. Arapça’da da öyle. Öyleyse Allahû Tealâ, Allah kelimesinin tekrariyla zikretmemizi istiyor. “Rabbinin ismiyle zikret ve herseyden kesilerek O’na ulas.” Allah’a ancak bu yolla ulasilabilecegini anlatiyor. Bu yolda bir faktörün kullanilacagini, onun adinin da zikir oldugunu söylüyor. Yani bir insanin ruhunu Allah’a ulastirabilmesi “Allah, Allah, Allah…” diyerek Allah’in ismini ardarda tekrariyla mümkündür.
Gördük ki ara sira zikretmek farzdir. Hem de bu farz, Muzemmil Suresinin 8. âyet-i kerimesinde ruhunuzu Allah’a ulastirincaya kadar çogalan bir hüviyet kazaniyor.
Peki, günün yarisindan fazla zikretmek, her gün Allah’i çok zikretmek, zikirsiz geçen zamandan daha fazla zikretmek üzerimize farz midir? Evet, o da farzdir. Allahû Tealâ buyuruyor ki:

-33/AHZÂB-41: Yâ eyyuhellezîne âmenûzkûrullâhe zikren kesîrâ(kesîran).
Ey âmenû olanlar! Allah’i çok zikirle (günün yarisindan fazla) zikredin.


“Öyle seviyede bir zikirle zikredin ki; bu çok zikir olsun, günün yarisindan daha fazla zikir olsun.” Peki, yolun sonu nereye ulasir? Yolun sonu daimî zikre ulasir. Ulasmaniz lâzim gelen hedef daimî zikirdir. O zaman insan olarak yaratilmanin o müstesna saadetini bütün boyutlariyla yasarsiniz. Siz insansiniz, kâinattaki en üstün varliklar.
Peki daimî zikir de üzerimize farz kilinmis midir? Evet. Allahû Tealâ buyuruyor ki:

-3/ÂLI IMRÂN-191: Ellezîne yezkurûnallâhe kiyâmen ve kuûden ve alâ cunûbihim ve yetefekkerûne fî halkis semâvâti vel ard(ardi), rabbenâ mâ halakte hâzâ bâtilâ(bâtilan), subhâneke fekinâ azâben nâr(nâri).
O (Ulûl’elbab) ki; (lübblerin, Allah’in sir hazinelerinin sahipleri), onlar ayakta iken, otururken ve yan üstü yatarken (hep) Allah’i zikrederler. Göklerin ve yerin yaratilisi hakkinda tefekkür ederler. (Ve derler ki): “Ey Rabbimiz! Sen, bunlari bâtil olarak (bosuna) yaratmadin. Seni tesbih (tenzih) ederiz. Bizi, atesin azabindan koru.”


Üç halde bulunabilirsiniz: Ya su anda bizim oturdugumuz gibi oturuyorsunuz, ya bulundugunuz yere yürüyerek geldiniz ve geldiginiz gibi ayaktasiniz, bir de gece yattiginiz gibi yatiyor halde olabilirsiniz. Üç tane hal; ayakta olmak, oturuyor olmak, yatiyor olmak. Bir dördüncüsü yok. Allahû Tealâ üç halin üçünde de zikretmenizi istiyor.
Öyleyse bütün insanlar için çok zikir farz oldugu gibi neticede daimî zikre ulasmak, daimî zikrin sahibi olmak, o da farzdir. Bir insan üç halde bulunabilir: Ayaktadir, oturuyordur, yan üstü yatiyordur.
Yan üstü yatmamiz emrediliyor. Acaba yan üstü yatmanin zikirle bir alakasi var midir? Kesin. Yataginizi öyle bir sekilde dizayn etmelisiniz ki; kible sag tarafinizda kalmali. Öyle bir sekilde uyumalisiniz ki; yüzünüz sag tarafa dönmeli, yan üstü yatmalisiniz. Yüzünüz sag tarafa yani kibleye dogru olmali ve sag kulaginiz yastikta olmali. Birazcik sag kulaginizi yastigin üzerinde saga sola oynatmaniz gerekiyor. Bunu oynatmaktan muradiniz nedir? Kulaginiza basinç sebebiyle kalbinizin atis ritmi ulasacaktir. Bu yastigin üzerindeki o vaziyetinizi degistirmeyin. Kalbinizde atan toplardamarin ve atardamarin ardarda vücuda getirdigi ses, birbiri arkasindan gelir. Allah kelimesini “Allah, Allah, Allah…” diye kalbiniz tekrar etmektedir. Iste siz de uyumaya niyetlendiginizden itibaren içinizdeki sesle buna istirak edeceksiniz. Dilinizi kimildatmayacaksiniz. Ses de çikarmayacaksiniz. O sese paralel olarak dilinizi kimildatmadan, ses de çikarmadan kalbinizdeki sesle, kalbinizin sesiyle Allah’in ismini tekrar edeceksiniz. Allah kelimesini söyleyeceksiniz. Ama diliniz kimildamayacak. Allah kelimesini söyleyeceksiniz ama sesiniz çikmayacak. Simdi iç sesinizle dilinizi kimildatmadan “Allah” deyin, isirin dilinizi. Allah kelimesini defaatle söyleyebildiginizi gördünüz. Iste ses çikarmadan dilinizi de hareket ettirmeden, Allah kelimesini o zaman kalbinizin atisina paralel söyleyebilirsiniz. Kisa bir zaman sonra kalbinizin ritmiyle sesiniz esitlenir.
Iste böyle bir olayi, kalbinizin sesini iç sesinizle gerçeklestirdiginiz zaman, dilinizi kimildatmadan zikirle uyuyun. Bir gün uyandiginiz zaman da zikrinizin devam ettigini göreceginiz bir zaman parçasi mutlaka olusacaktir. Bir yere mutlaka ulasacaksiniz. Iste orasi daimî zikirdir. Daimî zikir, kalbinden zikir yaparak uyuyan kisinin, uyandigi zaman kalbindeki zikrin devamini duyuyor olmasi halidir. Bu demektir ki uyudugu sürece o kisinin kalbinin sesi hep “Allah, Allah, Allah…” diye dili kimildamadigi halde devam etmistir. Iste daimî zikir budur. Yatana kadar hep Allahû Tealâ’yi zikretmek, yatarken zikirle yatmak, iste bu daimî zikirdir. Bütün sahâbe daimî zikrin de sahibi olmuslardir. Hem zikretmisler hem de daimî zikrin sahibi olmuslardir.
Gördük ki zikir de farzdir, çok zikir, günün yarisindan fazla zikir de farzdir, daimî zikir de farzdir. Gene gördük ki zikir Kur’ân-i Kerim tilavetinden de namazdan da üstün bir ibadettir. Eger size derlerse ki “Dînin diregi namazdir.”, diyeceksiniz ki: “Dogrudur, dînin diregi namazdir. Ama Allah’i zikretmek dînin çadiridir.” Öyleyse çadirsiz bir direk yeterli olmaz. Allahû Tealâ Ankebut Suresinin 45. âyet-i kerimesinde açik bir sekilde buyuruyor ki:

-29/ANKEBÛT-45: Utlu mâ ûhiye ileyke minel kitâbi ve ekimis salât(salâte), innes salâte tenhâ anil fahsâi vel munker(munkeri), ve le zikrullâhi ekber(ekberu), vallâhu ya’lemu mâ tasneûn(tasneûne).
Kitaptan sana vahyedilen seyi oku ve salâti ikâme et (namazi kil). Muhakkak ki salât (namaz), fuhustan ve münkerden nehyeder (men eder). Ve Allah’i zikretmek mutlaka en büyüktür. Ve Allah, yaptiginiz seyleri bilir.


Allahû Tealâ; “ve le zikrullâhi ekber, Allah’i zikretmek daha büyüktür.” diyor. Neden “Kuran’i Kerim tilaveti olan zikirden daha büyüktür? Namaz adi verilen zikirden, ondan da daha büyüktür. En büyük ibadet Allah’i zikretmektir.” buyuruyor?
Bizim sevgili dîn adamlari namazi da zikir olarak kabul ettikleri için bu “ve le zikrullâhi ekber” ifadesini “Namaz en büyük ibadettir.” diye almislar. Islâm’in bes sarti arasinda biliyorsunuz ki zikir yok. Ona ayak uydurabilmek için böyle bir ayak oyunu yapmislar ve Kur’ân-i Kerim’in bütün temel hükümlerini altüst etmisler.
Allahû Tealâ nefsinizi tezkiye etmeyi üzerinize farz kiliyor. Ruhunuzu ölmeden evvel Allah’a ulastirmayi üzerinize farz kiliyor. Allah’a ulasmayi dilemek kaydiyla, bu ulastirmayi Allahû Tealâ Kendisinin gerçeklestirecegini de garanti ediyor. Biz insanlardan istedigi sey Allah’a ulasmayi dilememiz. Allahû Tealâ ruhumuzu Allah’a ulastirmayi üzerimize farz kiliyor. Allahû Tealâ buyuruyor ki:

-73/MUZEMMIL-8: Vezkurisme rabbike ve tebettel ileyhi tebtîlâ(tebtîlen).
Ve Rabbinin Ismi'ni zikret ve herseyden kesilerek O’na ulas.


Yani “Bu zikirle ulasacaksin.” diyor. Öyleyse zikrin bizim ruhumuzu Allah’a ulastirici bir hüviyeti olmasi lâzimdir. Nedir bu? Allahû Tealâ buyuruyor ki:

-34/SEBE-2: Ya’lemu mâ yelicu fîl ardi ve mâ yahrucu minhâ ve mâ yenzilu mines semâi ve mâ yarucu fîhâ, ve huver rahîmul gafûr(gafûru).
(O, Allah) yere gireni ve ondan çikani, semadan ineni ve oraya yükseleni bilir. Ve O; Rahîm’dir (rahmet nuru gönderendir), Gafûr’dur (magfiret eden, günahlari sevaba çeviren).


Allah’in katindan gelen, yere giren, yerden çikan, tekrar Allah’in katina yükselen bu nesneler; nötrinolar, enerji partikülleridir. Bunlar Allah’in katindan gelirler, enerji yüklüdürler. Elektrona ulasirlar. Elektronu döndürürler, ona spin verirler ve tekrar geriye dönerler. Iste bu sebeple Allahû Tealâ buyuruyor ki: “Kâinatta hiç bir zerre yoktur ki her an Allah’in adini tesbih eder olmasin. Ama siz bunu anlayamazsiniz.”

-17/ISRÂ-44: Tusebbihu lehus semâvâtus seb’u vel ardu ve men fîhinn(fîhinne), ve in min sey’in illâ yusebbihu bi hamdihî ve lâkin lâ tefkahûne tesbîhahum, innehu kâne halîmen gafûrâ(gafûren).
7 kat gökler ve yeryüzü ve onlarda bulunanlar, O’nu (Allah’i) tesbih ederler. O’nu hamd ile tesbih etmeyen bir sey yoktur. Ve fakat onlarin tesbihlerini siz fikih edemezsiniz (anlayamazsiniz, idrak edemezsiniz). Muhakkak ki O; Hakîm’dir, Gafûr’dur (magfiret edendir).


Bu en küçük zerrenin adi bugünkü tabirle elektrondur. Bu elektronlarin her birisi mutlak olarak dönerler. Kendi spinleri vardir. Bu spin sayisinca dönerler ve her dönüslerinde kendi lisanlariyla Allah kelimesini tekrar ederler. Ama biz onun “Allah” kelimesi oldugunu anlamak yeteneginin sahibi kilinmamisiz.
Iste Allahû Tealâ’nin dizayni. Bu gökten inen, yere giren, yerden çikan, tekrar Allah’a geri dönen sey, nötrinolardir. Öbür taraftan, rahmet, fazl ve salâvât ismindeki üç ayri nur vardir. Allahû Tealâ buyuruyor ki:

-24/NÛR-21: Yâ eyyuhellezîne âmenû lâ tettebiû hutuvâtis seytân(seytâni), ve men yettebi’ hutuvâtis seytâni fe innehu ye’muru bil fahsâi vel munker(munkeri) ve lev lâ fadlullâhi aleykum ve rahmetuhu mâ zekâ minkum min ehadin ebeden ve lâkinnallâhe yuzekkî men yesâu, vallâhu semî’un alîm(alîmun).
Ey âmenû olanlar, seytanin adimlarina tâbî olmayin! Ve kim seytanin adimlarina tâbî olursa o taktirde (seytanin adimlarina uydugu taktirde) muhakkak ki o (seytan), fuhsu (her çesit kötülügü) ve münkeri (inkâri ve Allah’in yasak ettiklerini) emreder. Ve eger Allah’in rahmeti ve fazli sizin üzerinize olmasaydi (nefsinizin kalbine yerlesmeseydi), içinizden hiçbiri ebediyyen nefsini tezkiye edemezdi. Lâkin Allah, dilediginin nefsini tezkiye eder. Ve Allah, Sem’î’dir (en iyi isitendir) Alîm’dir (en iyi bilendir).


Allahû Tealâ: “Siz nefsinizi tezkiye edemezsiniz, Allah tezkiye eder.” diyor. Acaba Allahû Tealâ “nefsi tezkiye etmek” demekle neyi kastediyor? Nefsinizin kalbinin yarisindan fazlasini Allah’in nurlariyla dolmasini kastediyor. O nokta, nefs tezkiyesi noktasidir. Allah ile olan iliskilerinizde nefsin tezkiyesidir.
Allah’a ulasmayi diliyorsunuz. Allah size Rahîm esmasiyla tecelli ediyor. Kör, sagir ve dilsiz bir insanken insanlar, gören, isiten ve idrak eden oluyorlar. Kimi gören, isiten ve idrak eden? Irsad makamini gören, isiten ve idrak edenler oluyorlar.
Irsad makamini irsad makami olarak görmeye baslayan, onun söyledikleri irsad makaminin sözleri olarak yerli yerine oturtabilen, idrak eden ve kalbine indirip onun mânâsini yerli yerine koyan, oturtan kisinin kalbine Allahû Tealâ ulasiyor. Kalbini Allah’a çeviriyor. Sonra o kisinin gögsünü yariyor, serh ediyor. O kisiyi teslimlere hazirliyor. Bu maksatla ruhun, vechin, nefsin, iradenin teslimi için o kisinin gögsünden kalbine nur yolu açiyor. Nur yolu açilinca Allah’in katindan ikiser ikiser nurlar gelecektir. Allah’in katindan bu nurlari nefsin kalbine getirecek, celbedecek olan ibadetin adi zikirdir. Kur’ân-i Kerim’in en büyük ibadetidir. Namazdan da, Kur’ân-i Kerim tilavetinden de daha büyük bir zikirdir, zikirlerin en büyügüdür. (Ankebut-45)
 Allahû Tealâ buyuruyor ki: “Kim Allah’in zikrinden yüz çevirirse biz ona seytani musallat deriz.”

-43/ZUHRÛF-36: Ve men ya’su an zikrir rahmâni nukayyid lehu seytânen fe huve lehu karîn(karînun).
Ve kim Rahmân’in zikrinden yüz çevirirse, seytani ona musallat ederiz. Böylece o (seytan), onun yakin arkadasi olur.


Nefs tezkiyesi seytanin musallat olmamasi açisindan son derece önemlidir.
Allahû Tealâ: “nukayyid lehu seytânen ona seytani musallat ederiz.” buyuruyor.
Zamanimizda unutulmus olan zikir müessesesi ne saglar? Eger kisi bu safhalardan geçmisse, Allah onun gögsünü yarmissa, gögsünden kalbine nur yolu açmissa ne oluyor? En’am Suresinin 125. âyet-i kerimesinde Allahû Tealâ buyuruyor ki:

-6/EN'ÂM-125: Fe men yuridillâhu en yehdiyehu yesrah sadrehu lil islâm(islâmi), ve men yurid en yudillehu yec’al sadrehu dayyikan haracen, ke ennemâ yassa’adu fîs semâi, kezâlike yec’alûllâhur ricse alâllezîne lâ yu’minûn(yu’minûne).
Öyleyse Allah kimi Kendisine ulastirmayi dilerse onun gögsünü yarar ve (Allah’a) teslime (Islâm’a) açar. Kimi dalâlette birakmayi dilerse, onun gögsünü semada yükseliyormus gibi daralmis, sikintili yapar. Böylece Allah, mü’min olmayanlarin üzerine pislik (azap, darlik, güçlük) verir.


Serh etmek, yarmak demektir. Allahû Tealâ, kisinin kalbini niçin yariyor? Allah’in katindan gelen, rahmetle fazl ve rahmetle salâvÂt nurlarinin; iki çift nurun, o kisinin kalbine ulasmasi için. Allahû Tealâ bu ulasmayi, sadece bir çift nurun geldigi noktadaki ulasmayi Zumer Suresinin 22. ve 23. âyet-i kerimelerinde söyle açikliyor:

-39/ZUMER-22: E fe men serehallâhu sadrehu lil islâmi fe huve alâ nûrin min rabbih(rabbihi), fe veylun lil kâsiyeti kulûbuhum min zikrillâh(zikrillâhi), ulâike fî dalâlin mubîn(mubînin).
Allah kimin gögsünü Islâm için (Allah’a teslim için) yarmissa artik o, Rabbinden bir nur üzere olur, degil mi? Allah’in zikrinden kalpleri kasiyet baglayanlarin vay haline! Iste onlar, apaçik dalâlet içindedirler.

-39/ZUMER-23: Allâhu nezzele ahsenel hadîsi kitâben mutesâbihen mesâniye taksairru minhu culûdullezîne yahsevne rabbehum, summe telînu culûduhum ve kulûbuhum ilâ zikrillâh(zikrillâhi), zâlike hudallâhi yehdî bihî men yesâu, ve men yudlilillâhu fe mâ lehu min hâd(hâdin)
Allah, ihdas ettigi (nurlarin) ahsen olanlarini (rahmet, fazl ve salâvâti), ikiser ikiser (salâvât-fazl ve salâvât-rahmet), Kitab’a mütesabih (benzer) olarak indirdi. Rab’lerinden husû duyanlarin ciltleri ondan ürperir. Sonra onlarin ciltleri ve kalpleri Allah’in zikriyle yumusar, sükûnet bulur (yatisir). Iste bu, Allah’in hidayetidir, diledigini onunla hidayete erdirir. Ve Allah, kimi dalâlette birakirsa artik onun için bir hidayetçi yoktur.


Allah: “Kitab’a mütesabih olarak ihdas ettiklerini ikiser ikiser indirir.” diyor. Bunlardan biri rahmetle fazl, ikincisi rahmetle salâvâttir. Rahmet nurlari kargo uçaklaridir. Ayni zamanda da nur hüviyetindedirler. Fazl ve salâvât ise uçaklarin tasidigi yüktür.
O kisi zikir yapiyor. Allah’in katindan gelen rahmetle fazl ve rahmetle salâvât nurlari, o kisinin gögsüne giriyor. Allah’in gögsünden kalbine açtigi yolu izleyerek, yariktan girerek, kalbe ulasiyor. Kalbin içine sadece %2’ye kadar rahmet sizabiliyor.
Allah’a ulasmayi dilemis, henüz mürsidine ulasmamis bir kiside Allah islemlerini gerçeklestirmistir. O kisinin kalbinin nur kapisini Allah’a çevirmis, gögsünü yarmis, gögsünden kalbine nur yolu açmis, kisiyi mürsidine ulasacak hale getirmistir. Iste bu noktada bu kisi zikir yapiyor. Zikir yaptigi zaman Allah’in katindan sadece rahmetle fazl isimli iki nur o kisinin gögsüne geliyor. (Henüz rahmetle salâvât nurlari gelmiyor.) Gögsündeki yariktan geçerek kalbe ulasiyor. Kalbin içine rahmet nuru girmeye basliyor. Bu rahmet nuru %2’ye ulastigi zaman, o kisi husû sahibi oluyor. Ilk %2 nur, rahmet nurudur. Gelen nurlarin öncüsü rahmet nurudur. Neden? Çünkü bu islem Allah’in Rahîm esmasiyla tahakkuk ediyor. Iste Yusuf Suresinin 53. âyet-i kerimesinde Hz. Yusuf buyuruyor:

-12/YÛSUF-53: Ve mâ uberriu nefsî, innen nefse le emmâretun bis sûi illâ mâ rahime rabbî, inne rabbî gafûrun rahîm(rahîmun).
Ve ben, nefsimi ibra edemem (temize çikaramam). Çünkü nefs, mutlaka sui olani (serri, kötülügü) emreder. Rabbimin Rahîm esmasiyla tecelli ettigi (nefsler) hariç. Muhakkak ki Rabbim, magfiret edendir (günahlari sevaba çevirendir). Rahîm’dir (rahmet nurunu gönderen, rahmetiyle nefsleri tezkiye ve tasfiye edendir).


Ne zaman Allah’in bir kisiye Rahîm esmasiyla tecellisi baslar? Allahû Tealâ, o kisi sadece Allah’a ulasmayi diledigi zaman Rahîm esmasiyla tecelliye baslar. Bu tecelli kiside, 7 tane furkan olusturur. Bu 7 furkan ile kör, sagir ve dilsiz olan o kisinin görmesi mümkün olmustur, isitmesi mümkün olmustur ve irsad makamini idrak etmesi mümkün olmustur. Buradaki körlük, sagirlik, dilsizlik ve idraksizlik manevî alandaki olaylara yöneliktir. Kisinin kalbine %2 rahmet nuru girdigi zaman, o kisi mürsidine ulasmak için gerekli olan standarda sahiptir. Husû sahibi olmustur ve hacet namazini kilar. Bu noktada olan kisiye Allah mutlaka mürsidini gösterir. Allahû Tealâ mürsidini kime gösteriyor? Allahû Tealâ’dan 12 tane ihsan alan kisiye gösteriyor.
Mürside ulasan kisi o mürside tâbiiyetini gerçeklestiriyor. Tâbiiyet gerçeklesir gerçeklesmez, Allahû Tealâ kisinin kalbine îmâni yaziyor, basinin üzerine de devrin imamini gönderiyor. Neden? Devrin imaminin ruhu o kisinin ruhuna diyor ki: “Senin Allah’a mülâki olma günün, yevm’et telâkin geldi, vücudu terk et Allah’a geri dön. Iste Allah’in sana verdigi temel emir budur. Sen bir emanetsin. Allah’in Zat’ina dönmek mecburiyetindesin. Senin görevini biz üstlenecegiz.” Devrin imaminin ruhu Mu’min Suresinin 15. âyet-i kerimesine göre kisinin basinin üzerine gelip yerlesiyor.

-40/MU'MIN-15: Refîud derecâti zul ars(arsi), yulkir rûha min emrihî alâ men yesâu min ibâdihî li yunzire yevmet telâk(telâki).
Dereceleri yükselten ve arsin sahibi olan Allah, kullarindan (Kendisine ulastirmayi) diledigi kisinin (Allah’a ulasmayi diledigi için Allah’in da Kendisine ulastirmayi diledigi kisinin) üzerine (basinin üzerine) Allah’a ulasma gününün geldigini (o kisinin ruhuna) ihtar etmek için, emrinden (Allah’in emrini teblig edecek) bir ruh (devrin imaminin ruhunu) ulastirir.


Iste bu noktada kisinin nefs tezkiyesine baslamasi söz konusudur. Bu kisi mürside ulastiktan sonra  “Allah, Allah, Allah,…” diye ister sesli, ister sessiz zikretsin ama elindeki tesbihle beyaz bir örtünün altinda (bunun adi “vird”dir) zikre baslayinca, Allah’in katindan, rahmetle fazl ve rahmetle salâvât isimli iki gurup nur gelir. Bu nurlar gögse gelirler. Gögüsten sifreli yolu takip ederek kalbe ulasirlar ve kalbin içine girerler. Allahû Tealâ Mucâdele Suresinin 22. âyet-i kerimesine göre kalbinin içine îmâni yazar ve o kisinin üzerine Allah’in katindan nur gönderilir:

-58/MUCÂDELE-22: Lâ tecidu kavmen yu’minûne billâhi vel yevmil âhiri yuvâddûne men hâddallâhe ve resûlehu ve lev kânû âbâehum ev ebnâehum ev ihvânehum ev asîretehum, ulâike ketebe fî kulûbihimul îmâne ve eyyedehum bi rûhin minhu, ve yudhiluhum cennâtin tecrî min tahtihel enhâru hâlidîne fîhâ, radiyallâhu anhum ve radû anhu, ulâike hizbullâh(hizbullâhi), e lâ inne hizballâhi humul muflihûn(muflihûne).
Allah’a ve âhiret gününe (ölmeden önce Allah’a ulasmaya) îmân eden bir kavmi, Allah’a ve O’nun Resûl’üne karsi gelenlere muhabbet duyar bulamazsin. Ve onlarin babalari, ogullari, kardesleri veya kendi asiretleri olsa bile. Iste onlar ki, (Allah) onlarin kalplerinin içine îmâni yazdi. Ve onlari, Kendinden bir ruh ile destekledi (orada egitilmis olan, devrin imaminin ruhu onlarin baslarinin üzerine yerlesir). Ve onlari, altindan nehirler akan cennetlere dahil edecek. Onlar orada ebediyyen kalacak olanlardir. Allah, onlardan razi oldu. Ve onlar da O’ndan (Allah’tan) razi oldular. Iste onlar, Allah’in taraftarlaridir. Gerçekten Allah’in taraftarlari, onlar, felâha erenler degil mi?


Allahû Tealâ’nin katindan gelen ruh, o kisinin basinin üzerinde yerini alir. O kisinin ruhu vücudundan ayrilir ve kisi hangi mürside tâbî olmussa onun dergâhina ulasir. Orada kisa bir zaman kaldiktan sonra ana dergâha ulasir ve ana dergâhtaki 10’arlik siralardan birinde yerini alir.
Kisi zikri arttirmaya baslar. Nefsin kalbinde %7 nur birikince, ruh zemin kattan 1. kata ulasir. Ikinci defa %7 nur birikiminde 2. kat, 3., 4., 5., 6., 7. defa %7 nur birikimlerinde ruh 7. kata ulasir. 7. katin 7 tane âlemini sagdan sola dogru geçer ve Sidretül Münteha’ya ulasir. Oradan da Allah’in Zat’ina ulasir ve Allah’in Zat’inda yok olur. Ulastigi nokta 21. basamaktir, yok olmasi 22. basamaktir. Allahû Tealâ buraya kadar olan bütün konulari kim Allah’a ulasmayi dilemisse garanti etmistir.
Alahû Tealâ: “Siz sadece Bana ulasmayi dileyeceksiniz. Sizin ruhunuzu kendime Ben ulastiracagim. Ama bunun için zikir yapmaniz sart. Eger zikri sevmezseniz, namazi sevmezseniz, orucu sevmezseniz, bunlari Ben size sevdirecegim.” diyor. Çünkü garanti ediyor. Garanti ettigine göre mutlaka sevdirecek. Çünkü Allah’in basarmamasi mümkün degildir. Kim Allah’a ulasmayi dilerse o kisinin ruhu mutlaka Allahû Tealâ tarafindan Kendisine ulastirilir.
14. basamakta baslayan bu olay, nefsin kalbinde 7 defa %7 defa fazl birikimiyle; Emmare, Levvame, Mülhime, Mutmainne, Radiye, Mardiyye, Tezkiye kademelerini geçmek, nefs tezkiyesini olusturur. Ve ruh 7 tane gök katini asarak Allah’in Zat’ina ulasir. Bu vuslattir. Ruh Allah’a vasil olmustur. Allah’in Zat’inda yok olur.
21. basamak ulasma, 22. basamak ruhun Allah’a teslimidir. Bu noktadaki zikir 33 bin zikirdir. 7 tane gök kati asilmistir. Bu kisinin 1. gök katina kadar olan zikri 15 bindir. Ondan sonra ikiser bin ikiser bin yükselir. 17, 19, 21, 23, 25, 27, 29, 31, 33 bin zikirde ruh Allah’a ulasir. Bu teslimlerden birincisidir. Kisi henüz 33 bin zikirdedir.
Zikrini arttirabilirse o kisi günün yarisindan daha fazla zikre ulastiginda zühd sahibi olacaktir, zahid olacaktir. Nefsinin kalbinde %81 nur birikimini sagladigi zaman o kisinin fizik vücudu Allah’in bütün emirlerini yerine getiren bir form kazanir. Yasak ettigi hiç bir fiili islemez. Ama nefsinin kalbinde hâlâ %19 karanlik vardir. Bu kisi zikir ehli olmus mudur? Hayir, olmamistir. Daha çok zikredecektir. Daimî zikre ulasacaktir. Daimî zikre ulastigi zaman o kisinin adi ulûl’elbabtir. Allahû Tealâ söyle buyuruyordu:

-3/ÂLI IMRÂN-191: Ellezîne yezkurûnallâhe kiyâmen ve kuûden ve alâ cunûbihim ve yetefekkerûne fî halkis semâvâti vel ard(ardi), rabbenâ mâ halakte hâzâ bâtilâ(bâtilan), subhâneke fekinâ azâben nâr(nâri).
O (Ulûl’elbab) ki; (lübblerin, Allah’in sir hazinelerinin sahipleri), onlar ayakta iken, otururken ve yan üstü yatarken (hep) Allah’i zikrederler. Göklerin ve yerin yaratilisi hakkinda tefekkür ederler. (Ve derler ki): “Ey Rabbimiz! Sen, bunlari bâtil olarak (bosuna) yaratmadin. Seni tesbih (tenzih) ederiz. Bizi, atesin azabindan koru.”


“Ellezîne yezkurûnallâhe kiyâmen ve kuûden ve alâ cunûbihim, ulûl’elbab için ayaktayken de otururken de yan üstü yatarken de hep Allah’i zikretmek söz konusudur.”
Öyleyse ulûl’elbab dedigimiz kisiler daimî zikrin sahipleridir. Gördük ki daimî zikir farzdir. Gördük ki daimî zikrin sahipleri ulûl’elbabtir. Öyleyse bunlarin adi nedir? Bunlarin adi ehli zikirdir. Allahû Tealâ: “Eger bilmiyorsaniz zikir ehline sorun.” diyor. Iste Allahû Tealâ’nin bu ifadesi aslinda çok önemli bir seydir. Bizim zamanimizin sevgili dîn adamlarinin da hiç anlayamayacagi bir seydir. Bu kafayla giderlerse hiç yasayamayacaklari bir sey. Zikir ehli daimî zikrin sahibi olan kisidir. Daimî zikrin sahibi olan kisinin 7 özelligi vardir:

Bu kisi daimî zikrin sahibidir.
Daimî zikrin sahibi olursa ne olur? O kisinin kalbinde hiç afet kalmaz. Neden? Çünkü Rabbanî kapi açiktir. Oradan rahmet nurlari, fazl ve salâvât nurlari kalbi her an piril piril aydinlik tutarlar. Rahmet fazl ve salâvât nurlari zülmanî kapiya kadar inen Rabbanî kapidaki mührün, zülmanî kapiyi kapatmasini saglar. Bu nurlar ardarda onun üzerine baski yaparlar. O kapiyi kilitleyecek noktaya onu ulastirirlar. Bu zikirlerin neticesi olan nurlarin oraya baskisi sebebiyle kalbin zülmanî kapisi devamli kapalidir. Kalp de %100 nurlarla dolmustur. Zülmanî kapi kapali oldugu için tekrar oraya dönmesi hiçbir zaman mümkün degildir. O kisi hayatta oldugu sürece daimî zikrin sahibi olacaktir.
Öyleyse kisi daimî zikrin sahibidir.

Kalbi %100 piril piril Allah’in nurlariyla doludur.
Allah onun kalp gözünü mutlaka açar.
Allah onun kalp kulagini mutlaka açar. Allahû Tealâ, kisinin durumuna göre birçok seyler gösterir.
Bu dört temel sart kisiye, üç tane de vasif sarti kazandirir. Bunlara sonuç sarti da diyebiliriz:

Ehli tezekkür olmak. O kisi ehli zikir, ehli tezekkür olmustur. Allah ile her zaman her konuyu konusabilir.
O kisi ehli hayir olmustur. Daimî zikrin sahibi oldugu için daima zikretmektedir. Devamli derecat kazanmaktadir. Hiç derecat kazanmadigi bir nokta yoktur. Hem de daima 1’e 700 kazanacaktir.
Kisi ehli hikmettir. Hikmet ehlidir. Âyetlere baktiginda o âyet 28 basamagin hangisine tekabül ediyorsa onu derhal görür. Hangi basamaga ait oldugunu hemen söyler. Bu yetkinin sahibidir. Eger bu kisi hakem veya hâkim olursa o zaman da mutlaka kararlarini adaletle verecektir. Çünkü mutlaka Allah’tan sorarak neticeye gider.
Allahû Tealâ buyuruyor:

-21/ENBIYÂ-7: Ve mâ erselnâ kableke illâ ricâlen nûhî ileyhim fes’elû ehlez zikri in kuntum lâ ta’lemûn(ta’lemûne).
Ve senden önce, vahyettigimiz rical (erkekler)den baskasini göndermedik. Eger bilmiyorsaniz, zikir ehline (daimî zikrin sahiplerine) sorun.


            “Iste ehli zikir olan kisi odur; “fes’elû ehlez zikri in kuntum lâ ta’lemûn” buyuruyor. “Eger bilmiyorsaniz zikir ehline sorun.” Zikir ehlinin Kur’ân’daki adi ulûl’elbab’tir. Lübblerin sahipleridir. Gördük ki lübblerin sahipleri ayaktayken de otururken de yan üstü yatarken de hep Allah’i zikredenlerdir.
Görüyorsunuz mozaigin bütün kareleri yerli yerine oturuyor. Hersey yerli yerinde. Iste böyle bir dizaynda kisi daimî zikrin sahibi olmustur, ehli zikir olmustur. Allah ile her zaman konusur. Simdi bu hüviyetin neyi içerdigine bakalim. Allahû Tealâ buyuruyor ki:

-3/ÂLI IMRÂN-7: Huvellezî enzele aleykel kitâbe minhu âyâtun muhkemâtun hunne ummul kitâbi ve uharu mutesâbihât(mutesâbihâtun), fe emmellezîne fî kulûbihim zeygun fe yettebiûne mâ tesâbehe minhubtigâel fitneti vebtigâe te’vîlih(te’vîlihi), ve mâ ya’lemu te’vîlehû illâllâh(illâllâhu), ver râsihûne fîl ilmi yekûlûne âmennâ bihî, kullun min indi rabbinâ, ve mâ yezzekkeru illâ ulûl elbâb(elbâbi).
O (Allah) ki; Kitab’i, sana O indirdi. O’ndan bir kismi muhkem (mânâsi açik, yorum götürmez, süphe kabul etmez) âyetlerdir ki; bunlar, (Levhi Mahfuz’daki) ümmülkitapta (yer alan açik ve kesin âyetler)dir. Digerleri ise mütesabih (mânâsi kapali, açiklama isteyen) âyetlerdir. Kalplerinde egrilik (ve döneklik) bulunanlar, fitne çikarmak ve (kendi yararina uygun) tevîlde (yorumda) bulunmak istedikleri için o (Kitab’)in mütesabih olan kismina uyarlar. Halbuki onlarin tevîlini, kimse bilmez ancak Allah bilir. Ilimde derinlesmis olan rasihun (rüsuh sahipleri) ise derler ki: “O’na îmân ettik, hepsi de Rabbimiz katindan (indirilme)dir.” Bunu kimse tezekkür edemez ancak ulûl’elbab tezekkür edebilir.


Iste o ulûl'elbab, daimî zikrin sahipleri bunu tezekkür edebilir. Neden? Çünkü onlar ehli tezekkürdür, ehli zikirdir. Allah’tan soracak, cevabini alacaktir.
Kur’ân’da unutulan iki kavram, hem zikir kavrami yok olmus hem de ehli zikir kavrami yok olmustur. Öyle ki, hep o sevgili kardesimizi hatirlariz, simdi profesör olan o sevgili kardesimizi. Diyor ki: “Ben Kur’ân okurum, ben de ehli zikirim. Kur’ân bir zikirdir, öyleyse ben de ehli zikirim.” Sözlerimizi bir kulagindan giriyor, öbür kulagindan çikiyor. Allahû Tealâ bu zavalli insanlara ilim versin diye dua ediyoruz insaallah. Asil önemlisi hidayet versin.
Ne yazik ki dîn adamlari kadrosunu olusturanlarin büyük, çok çok büyük bir kismi Allah’in âyetlerinden haberdar degiller ve kendilerini âlim olarak degerlendiriyorlar ama aslinda gerçekten acinacak durumdalar. Atese çagiran imamlar durumundalar. Allahû Tealâ taksiratlarini affetsin.
Zikir ve ehli zikir müessesesini, Kur’ân’dan kopan bir büyük hakikati beraberce tezekkür ettik. Bizim su üniversitelerimizdeki ögretim kadrolarina baktiginiz zaman, daimî zikrin sahibi olan hiç kimseye rastlayamazsiniz. Hatta zikredenler nadirdir. Sanki Kur’ân-i Kerim onlar için inmemis. Sanki Allahû Tealâ: “Daimî zikre ulasin.” dememis. Diyorlar ki: “Biz görevimizi yapariz. Sen bize karisma.” Bizim karismamiz onlarin söyledigi mânâda bir karisma degildir. Biz Allah’in emirlerine davet ediyoruz ki bu emirlerden birisi de zikirdir ve daimî zikirdir. Öyleyse Allah davet ediyorsa, bugün biz Allah’in davetini açiklamakla vazifeli olan kisiyiz. Hidayeti Allahû Tealâ uhdemize verdi. Öyleyse bundan sorumlu olan biziz. Dîn adamlarinin da hidayetin disinda kalmasi bizim onlara da ihtarda bulunmamiza sebebiyet verecektir. Nitekim bu gerçeklesmistir.
Birkaç yilda hidayetin yalniz bu ülkede degil, Türkiye’de degil bütün dünyada ögrenildigine sahit olacaksiniz. Güç devre tamamlandi, hidayet çagina giris tamamlandi. Artik gelisme çagindayiz.

 


Bugün 3 ziyaretçi (5 klik) kişi burdaydı!




Bu web sitesi ücretsiz olarak Bedava-Sitem.com ile oluşturulmuştur. Siz de kendi web sitenizi kurmak ister misiniz?
Ücretsiz kaydol