Ekle

HAKİKAT VE DÜNYA WEB GROUP
İLETİŞİM FORMU
ZİYARETÇİ FORMU
1 - EDA GÜLNİHAL ANKARA - İNCİ TANELERİ - 1-
2 - EDA GÜLNİHAL ANKARA - İNCİ TANELERİ - 2 -
3 - EDA GÜLNİHAL ANKARA - İNCİ TANELERİ - 3 -
4 - EDA GÜLNİHAL ANKARA - İNCİ TANELERİ - 4 -
5 - EDA GÜLNİHAL ANKARA - İNCİ TANELERİ - 5 -
6 - EDA GÜLNİHAL ANKARA - İNCİ TANELERİ - 6 -
7- EDA GÜLNİHAL - WİNDOWSLİVE 1
SANAL ALEM - SANAL ALEMDE NEFS ÇIKMAZI - 3 -
1 - TASAVVUF NURU - HÜLYA - KONU - 1 - RESUL VE NEBİİ KAVRAMI
2 - TASAVVUF NURU - HÜLYA - KONU - 2 - MEALLERDE GİZLENEN HİDAYET SIRLARI
3 - TASAVVUF NURU - HÜLYA - 3 - KULLUK VE İBADET
4 - TASAVVUF NURU - HÜLYA - KONU 4 - ALLAH KALP GÖZÜYLE GÖRÜLÜR
5 - TASAVVUF NURU - HÜLYA - KONU 5 - ALLAH C.C AYET-İ KERİMELERİ PEYGAMBER OLMAYANLARADA GÖNDERİRMİ
6 - TASAVVUF NURU - HÜLYA - KONU 6 - NEFSİ ISLAH EDEN AMELLER
7 - TASAVVUF NURU - HÜLYA - KONU 7 - MÜSLÜMANLARIN BİRLİK VE BERABERLİĞİ
8 - TASAVVUF NURU - HÜLYA - KONU 8 - HADİS-İ ŞERİF ANEKTODLARI
9 - TASAVVUF NURU - HÜLYA - KONU 9 - HİDAYET SIRAT- I MUSTAKİYMDİR
10 - TASAVVUF NURU - HÜLYA - KONU 10 - HİDAYET VE DALALET
11 - TASAVVUF NURU - HÜLYA - KONU 11 - HİKMET - İ İLAHİ
12 - TASAVVUF NURU - HÜLYA - KONU 12 - İSLAM VE İHLAS
15 - TASAVVUF NURU - HÜLYA - KONU 15 - LA İLAHE İLLALLAH
13 - TASAVVUF NURU - HÜLYA - KONU 12 - İSLAM VE İRFAN
14 - TASAVVUF NURU - HÜLYA - KONU 14 - CENNETE GİDEN YOL
16 - TASAVVUF NURU - HÜLYA - KONU 16 - MEHDİ A.S
17 - TASAVVUF NURU - HÜLYA - KONU 17 - MEHDİ A.S VE ÇIKIŞI
18 - TASAVVUF NURU - HÜLYA - KONU 18 - MEHDİ A.S VE İRŞADI
19 - TASAVVUF NURU - HÜLYA - KONU 19 - MÜRŞİD - İ KAMİL
20 - TASAVVUF NURU - HÜLYA - KONU 20 - MÜRŞİDE TAABİYET
21 - TASAVVUF NURU - HÜLYA - KONU 21 - NEFS TEZKİYESİ
22 - TASAVVUF NURU - HÜLYA - KONU 22 - RUH VE VÜCUD
23 - TASAVVUF NURU - HÜLYA - KONU 23 - TAKVA VE İSLAM
24 - TASAVVUF NURU - HÜLYA - KONU 24 - ALLAHA TESLİMİYET
25 - TASAVVUF NURU - HÜLYA - KONU 25 - ULUL ELBAB
26 - TASAVVUF NURU - HÜLYA - KONU 26 - ZAN VE MÜSLÜMAN
27 - TASAVVUF NURU - HÜLYA - KONU 27 - ZİKİR VE ZİKİR EHLİ
28 - TASAVVUF NURU - HÜLYA - KONU 28 - MÜSLÜMAN ZULMETMEZ
29 - TASAVVUF NURU - HÜLYA - KONU 29 - ZÜHT VE İSLAM
30 - TASAVVUF NURU - HÜLYA - KONU 30 - HUKUK AHLAK VE İSLAM
31 - TASAVVUF NURU - HÜLYA - KONU 31 - AİLE VE İSLAM
TURKISC PEOPLE FOLK MUSIC BOX
HAKİKAT VE DÜNYA FACEBOOK

10 - TASAVVUF NURU - HÜLYA

KONU 10 - HİDAYET VE DALALET

http://www.eda-trabzon34.tr.gg


Hidayet ve Dalalet
Hidayet ne demektir? Dalalet ne demektir?


Hidayet nedir? Dalalet nedir?

Hidayet, insan ruhunun Allah’a ulasmasidir. Allahû Tealâ söyle buyuruyor:

-3/ÂLI IMRÂN-73: Ve lâ tu’minû illâ li men tebia dînekum, kul innel hudâ hudallâhi en yu’tâ ehadun misle mâ ûtîtum ev yuhâccûkum inde rabbikum, kul innel fadla bi yedillâh(yedillâhi), yu’tîhi men yesâ’(yesâu), vallâhu vâsiun alîm(alîmun).
Ve sizin dîninize tâbî olandan baska kimseye inanmayin. (Habibim) de ki: “Hiç süphesiz HIDAYET, Allah’in (Kendisine) ulastirmasidir. (Insan ruhunun ölümden evvel Allah’a ulasmasidir.) Size verilenin bir benzerinin baska birine verilmesi (sebebiyle mi) veya Rabbinizin katinda (sizlerle) tartisacaklari için mi (böyle söylüyorsunuz)?” De ki: “Hiç süphesiz fazl, Allah’in elindedir. Onu diledigine verir.” Ve Allah, Vâsi’un Alîm’dir. (Allah herseyi kusatan ve herseyi bilendir.)


Bakara Suresi 120. âyet-i kerime:

-2/BAKARA-120: Ve len terdâ ankel yahûdu ve len nasârâ hattâ tettebia milletehum kul inne hudâllâhi huvel hudâ ve leinitteba’te ehvâehum ba’dellezî câeke minel ilmi, mâ leke minallâhi min veliyyin ve lâ nasîr(nasîrin).
Sen onlarin dînine tâbî olmadikça (uymadikça) ne yahudiler ve ne de hristiyanlar senden (asla) razi olmazlar. De ki: “Muhakkak ki Allah’a ulasmak (var ya) iste o, hidayettir.” Sana gelen bunca ilimden sonra eger onlarin hevalarina uyarsan andolsun ki; Allah’tan sana ne bir dost ve ne de bir yardimci olur.


Simdi birileri çikip itiraz ediyorlar ve söyle söylüyorlar: “ Hayir, oradaki ifade Allah’a ulasmak degil; Allah’in ulastirmasidir.” Öyle oldugunu kabul edelim. Allah’a ulasmak olmasin, ‘Allah’in ulastirmasidir.’ olsun. O zaman, “Allah’in nereye ulastirmasidir?”suali aklimiza gelecektir. Bu sualin cevabi: “Allah’in Kendisine ulastirmasidir.”
Iste âyet açik ve kesindir. Allahû Tealâ söyle buyuruyor:

-42/SÛRÂ-13: Serea lekum mined dîni mâ vassâ bihî nûhan vellezî evhaynâ ileyke ve mâ vassaynâ bihî ibrâhîme ve mûsâ ve îsâ, en ekîmûd dîne ve lâ teteferrekû fîh(fîhi), kebure alel musrikîne mâ ted’ûhum ileyh(ileyhi), allâhu yectebî ileyhi men yesâu ve yehdî ileyhi men yunîb(yunîbu).
(Allah) dînde, onunla Hz. Nuh’a vasiyet ettigi (farz kildigi) seyi (seriati); “Dîni ikame edin (ayakta, hayatta tutun) ve onda (dînde) firkalara ayrilmayin.” diye Hz. Ibrâhîm’e, Hz. Musa’ya ve Hz. Isa’ya vasiyet ettigimiz seyi sana da vahyederek, size de seriat kildi. Senin onlari, kendisine çagirdigin sey (Allah’a ulasmayi dileme) müsriklere zor geldi. Allah, diledigini Kendisine seçer ve O’na yöneleni, Kendisine ulastirir (ruhunu hayatta iken Kendisine ulastirir).


Allahû Tealâ: “Allah diledigini Kendisine seçer ve olardan kim Allah’a yönelirse, Allah’a ulasmayi dilerse, Allah onlari Kendisine ulastirir.” diyor. Allah’a ulasmayi dileyeni Allah, Kendisine ulastiriyor. Allahû Tealâ; “Allah’a “yunîb” olan “enâbu” olmayi dileyen, Allah’a ulasmayi dileyen kisiyi, O’na, Allah’a ulastirir.” diyor.
Âyet-i kerime açik ve kesin bir sekilde “yunîb” olmanin, Allah’a yönelmenin, Allah’a ulasmayi dilemek oldugunu ve her yunîb olani da mutlaka Allah’in Kendisine ulastiracagini ifade ediyor. Öyleyse âyet-i kerimeyi “Allah’in ulastirmasi” seklinde kabul edelim; diyelim ki: “Hidayet Allah’in ulastirmasidir.” O zaman “Allah’in nereye ulastirmasidir?” sualinin cevabi sudur: “Allah’in, Kendisine ulastirmasidir.” Netice yine ayni oluyor. “Hidayet, Allah’a ulasmaktir.” veya “Hidayet, Allah’in Kendisine ulastirmasidir.” Arada fark var mi?
Demagoji yapmak, âyetleri Allah’in verdigi mânâdan baska taraflara çekmeye çalismak, bosuna bir gayrettir. Tasima suyla degirmen dönmez. Allah’in âyetlerini degerlendirmek mecburiyetindesiniz. Âyetler açik ve kesin olarak, Allah’a ulasmayi dilemeyenlerin hidayette olmadigini söylüyor. Öyleyse hidayet Allah’a ulasmaktir. Allahû Tealâ söyle buyuruyor:

-10/YÛNUS-45: Ve yevme yahsuruhum keen lem yelbesû illâ sâaten minen nehâri yete ârefûne beynehum, kad hasirellezîne kezzebû bi likâillâhi ve mâ kânû muhtedîn(muhtedîne).
Ve o gün (Allahû Tealâ), gündüzden bir saatten baska kalmamislar (bir saat kalmislar) gibi onlari toplayacak (hasredecek). Birbirlerini taniyacaklar (aralarinda tanisacaklar). Allah’a mülâki olmayi (Allah’a ölmeden önce ulasmayi) yalanlayanlar, hüsrandadir (nefslerini hüsrana düsürdüler). Ve hidayete eren kimse(ler) olmadilar (ruhlarini ölmeden evvel Allah’a ulastiramadilar).


Allahû Tealâ; “Onlar ki, ruhun Allah’a mülâki olmayi, ruhun ölmeden evvel Allah’a ilka olmasini, ulasmasini inkâr ederler. Onlar:

Hüsrandadirlar
Onlar hidayette degildirler.” diyor.
Insanlardan kim, insan ruhunun Allah’a mülâki olmasini inkâr ederse, onlar hidayette degillerdir.” diyor. Öyleyse hidayet, Allah’in dizayn ettigi bir müessesedir. Allah’a ulasmayi dilemeyen bir kisi, hidayette degildir.
Hidayet, Allah’a ulasmayi dilemekle baslar, mürside ulasmakla devam eder ve ruhu Allah’a ulastirmakla ruhun hidayeti tamamlanir.
Bundan sonra fizik vücudun hidayeti gelir. Nefsimizin kalbindeki karanliklar, afetler %81 azaldigi zaman; yerlerini ruhumuzun hasletlerine paralel olan fazillar aldigi zaman yani nefsimizin kalbi %81 nurlarla doldugu zaman, fizik vücudumuz da Allah’a teslim olur. Bu, fizik vücudun hidayetidir.
Daha sonra kisi daimî zikre ulasir. Bu, nefsin hidayetidir.
Bundan sonra kisi ihlâsa ulasir. Ihlâstan sonra kisi, iradesini de Allah’a teslim eder. Böylece son teslim de gerçeklesir, o da iradenin hidayetidir.
Kur’ân-i Kerim’de 7 ayri noktada hidayet söz konusudur. Hidayet müessesesi, insanin Allah ile, ruhu Allah’a ulastirmayi dilemek konusundaki ilk iliskisiyle baslar; iradenin teslimiyle son hidayete ulasilir.
Allah ile olan iliskilerimizi, iliskinin varligi noktasinda hidayetin de varligini görerek perçinleyebiliriz. Hidayet, insan ruhunun Allah’a teslimidir. Fizik vücudunun, nefsinin ve iradesinin de Allah’a teslimidir. Ama baslangiç noktasi, Allah’a teslim noktasi degildir. Allah’a ulasmanin dilendigi noktadir. Kim Allah’a ulasmayi dilerse, Allah o kisiyi mutlaka hidayete erdirecektir. Allahû Tealâ’nin verilmis sözü vardir: “Kim Bana ulasmayi dilerse, o zaman Biz onu, Kendimize ulastiririz.” diyor. Allahû Tealâ o kisiyi Kendisine ulastiracagini söylüyor.
Burada kisinin ruhunu Allah’a ulastirmasi söz konusudur. Ne fizik vücut ne nefs ne irade Allah’a ulasmaz. Onlar sadece teslim olurlar. Allah’in emri ve kontrolü altina girerler.
Allah’a ulasmayi dilemeyen kisiler, hidayette degillerdir. Yunus Suresinin 45. âyet-i kerimesi, Allah’a mülâkî olmayi, ruhunu Allah’a ulastirmayi inkâr edenlerin hidayette olmadigini söylüyor. Ama kim Allah’a ulasmayi dilerse, dileyen kisi mutlaka hidayettedir. O hidayetin baslangiç noktasidir.
Allahû Tealâ sadece Allah’a ulasmayi dileyenlerin dalâletten kurtulacagini yani hidayet üzere olacagini, hidayette olacagini söylüyor. Hidayet ve dalâlet kavramlari, birbirinin zitti olan kavramlardir. Allahû Tealâ buyuruyor ki:

-13/RA'D-27: Ve yekûlullezîne keferû lev lâ unzile aleyhi âyetun min rabbih(rabbihi), kul innallâhe yudillu men yesâu ve yehdî ileyhi men enâb(enâbe).
Ve kâfirler: “Ona, Rabbinden bir âyet (mucize) indirilse olmaz mi?” derler. De ki: “Muhakkak ki Allah, diledigi kimseyi dalâlette birakir ve O’na yönelen kimseyi Kendine ulastirir (hidayete erdirir).”


Allah’a ulasmayi dilediginiz anda, artik siz dalâlette degilsiniz, hidayettesiniz. Bu, hidayetin 1. safhasidir. Kisi hidayette olunca küfürden kurtulur. Dalâletten, sirkten, cehennemden kurtulur. Sadece hidayette olanlar cennete ulasabilirler. Allah’a ulasmayi dilemeyen herkes, gördük ki dalâlettedir. Hidayette degildir. Allah’a ulasmayi dileyenler, sadece onlar hidayettedir.
Bir insan dogusundan itibaren dalâlettedir. 3. basamakta kim Allah’a ulasmayi dilerse, o kisi mutlaka Allahû Tealâ tarafindan seçilenlerin arasindadir. Insanlarin %90’dan fazlasi seçilir. Bunlardan sadece Allah’a ulasmayi dileyenler dalâletten kurtulurlar ve hidayet üzere olurlar. Bu 1. hidayettir, 3. basamakta gerçeklesir. Allah kisinin bu talebini isitir, bilir ve görür.
Allahû Tealâ bu insanlara furkanlar verir. Bu kisilerin irsad makamini görmesini, isitmesini ve söyledigi seyleri idrak etmesini saglar. Allahû Tealâ, verdigi furkanlarla da Allah’a ulasmayi dileyen kisinin günahlarini örter. Hidayette olan kisi, günahlari örtülmüs olan kisidir. Bu kisi hüsranda degildir, hüsrandan kurtulmustur. Sadece hüsrandan kurtulanlar hidayettedir. Allah’a ulasmayi dileyen herkes hüsrandan kurtulmustur. Dilemeyen herkes hüsrandadir.
Kisi hidayette oldugu an, Allah o kisinin günahlarini örter. Yani o kisinin ne kadar çok günahlari olursa olsun, Allah’a ulasmayi diledigi için bütün günahlari örtülür. Bu cihetle o kisi, sevaplari günahlarindan daha fazla olan bir insandir. Böyle oldugu an, kisi dalâletten hidayete adim atmistir. Dalâlettekilerin mutlaka günahlari sevaplarindan çoktur. Oysaki Allahû Tealâ, Allah’a ulasmayi dileyenlerin günahlarini örter.
Diyelim ki bir insan öyle bir noktada ki; çok sevap kazanmis ve sevaplari günahlarindan fazla ama Allah’a ulasmayi dilemiyor. Bu kisi öldügü takdirde cennete girer mi? Giremez. Çünkü Allahû Tealâ, böyle olan insanlarin kazandigi derecelerin örtüldügünü söylüyor. Kisinin amelleri sebebiyle kazandigi derecelerin heba oldugunu söylüyor. Allahû Tealâ söyle buyuruyor:

-18/KEHF-105: Ulâikellezîne keferû bi âyâti rabbihim ve likâihî fe habitat a’mâluhum fe lâ nukîmu lehum yevmel kiyameti veznâ(veznen).
Iste onlar, Rab’lerinin âyetlerini ve O’na mülâki olmayi (ölmeden evvel ruhun Allah’a ulasmasini) inkâr ettiler. Böylece onlarin amelleri heba oldu (bosa gitti). Artik onlar için kiyâmet günü mizan tutmayiz.


Iste inkâr edenler, hidayette olmayanlardir ve amelleri bosa gitmistir. Ama kisi Allah’a ulasmayi dilerse, o hidayettedir. Bu kisinin, Allah’in yardimi ile mürsidine ulasmasi söz konusudur. Allahû Tealâ o kiside bir takim pozitif olaylar vücuda getirecektir ve onu mürsidine ulastiracaktir. Allah ulastiracaktir.
Kisi Allah’in gösterdigi mürside ulasip da ona tâbî olursa ne olur? O kisi, 2. hidayete ulasir. Tâbiiyetle beraber kisinin kalbine “îmân” kelimesi yazilir. Devrin imaminin ruhu basinin üzerine gelir ve o kisinin ruhunun Allah’a dogru, Allah’a ulasmak üzere yola çikmasini saglar. Iste bu nokta kisinin ruhunun vücudundan ayrilip Allah’a dogru yola çikmasi, ruhun hidayete ermek üzere Allah’a ulasmak için yola çikmasi demektir.
Hidayette olmakla, hidayete ermek ayni sey degildir. Bir insan Allah’a ulasmayi diledigi an hidayet üzeredir yani hidayettedir. Ama hidayete ermemistir. Bundan sonraki safha mürside ulasmaktir, tâbiiyettir. Gene hidayet üzeredir, hidayettedir. Ama 1. hidayet olan ruhun Allah’a teslimi seviyesine henüz ulasmamistir. Kisi, Allah’in ardarda ikramlarini almistir:
Allah kisinin kalbine ulasmistir,
Kisinin kalbini Allah’a çevirmistir.
Kisinin gögsünü yarmistir.
Gögsünden kalbine nur yolu açmistir.
O kisi zikredince Allah’tan gelen rahmetle fazl, gögsünden kalbine ulasmistir. Ama kalbine ancak %2 rahmet girebilmistir. Böylece kisi husûya ulasmistir ve mürsidini talep etme yetkisi dogmustur. Kisi hacet namazini kilip da, Allah’tan mürsidini sordugu zaman Allah ona mutlaka mürsidini gösterecektir.
Tâbiiyetle beraber, kisinin ruhu Allah’a dogru yola çikar. Kalbinin içine îmân yazilir. Kimin kalbinin içine îmân yazilmissa, o kisi 2. hidayete ermistir.
Hidayetin yok oldugu bir devrede yasiyoruz. Insanlar Kur’ân’i unutmuslar. Elbette Kur’ân’daki hidayeti de unutmuslar ve kendilerini kitle halinde cehenneme mahkûm etmisler. Unutulan Kur’ân sebebiyle insanlar dalâlettedir. Gidecekleri yer cehennemdir.
Allahû Tealâ bizi vazifelendiriyor. Bu vazifelendirmede, bütün insanlara hidayeti anlatmamiz emrolunuyor yani insanlarin kurtulusa ulasacagi Kur’ân hakikatleri. Insanlar bize diyorlar ki: “Bu sizin Kur’ân-i Kerim anlatmaniz, bize çok ters geliyor. Yani biz Kur’ân’i bilmiyor muyuz?” Burada çok büyük bir probleminiz var. Kur’ân’i bildigini söyleyen bu insanlarin, unutulmus olan bu kavramlardan haberdar olmadiklari her olayda kesinlesiyor. “Hidayet nedir?” diye sordugumuza, “Dogru yoldur.” diyorlar. “Bu dogru yol nereye ulastirir?” dedigimizde, cevap yok. “Gerçekten, hidayet gerçekten dogru yoldur.” diyoruz. Ama bu sualin cevabi: “Dogru yol, Allah’a ulastirir.” olmalidir. Allahû Tealâ bu dogru yolun; Allah’a ulastiran dogru yolun hidayet degil, Sirat-i Mustakîm oldugunu söylüyor. Size “Sirati Mustakîm nedir?” diye sordugumuzda ona da; “Dogru yoldur.” cevabini veriyorsunuz. “Hangisi dogru yoldur? Hidayet mi, Sirati Mustakîm mi?” Cevap yok.
Dogru yol da olsa, yanlis yol da olsa yol, insani bir yere götürür. “Nereye götürür?” sualinin cevabini, bugüne kadar kimseden alamadik. Hidayet, bir yol degildir. Bir yolun üzerinden, ruhun Allah’a dogru olan yolculugudur. O yol, Sirati Mustakîm’dir ve Allah’a ulastirir. Cevaplar Kur’ân-i Kerim’de bütünüyle verilmistir.
Simdi insanlar tarafindan Kur’ân’in bütünüyle unutuldugu bir devrede sadece kavramlar kalmistir. Örnegin; hidayet kavrami, takva kavrami… Ama sadece lugat mânâlariyla kalmistir. Hidayet ise bütünüyle unutulmustur.
Insan ruhunun Allah’a ulasabilmesi için, insanin vücudundan ayrilmasi lâzimdir. Mu’min Suresinin 15. âyet-i kerimesi geregince, 14. basamakta devrin imaminin ruhu basimizin üzerine gelir. Bizim ruhumuza söyle seslenir: “Senin Allah’a ulasma günün geldi, vücudu terk et.”

-40/MU'MIN-15: Refîud derecâti zul ars(arsi), yulkir rûha min emrihî alâ men yesâu min ibâdihî li yunzire yevmet telâk(telâki).
Dereceleri yükselten ve arsin sahibi olan Allah, kullarindan (Kendisine ulastirmayi) diledigi kisinin (Allah’a ulasmayi diledigi için Allah’in da Kendisine ulastirmayi diledigi kisinin) üzerine (basinin üzerine) Allah’a ulasma gününün geldigini (o kisinin ruhuna) ihtar etmek için, emrinden (Allah’in emrini teblig edecek) bir ruh (devrin imaminin ruhunu) ulastirir.


Ruhumuz vücudumuzu terk eder. Nefs tezkiyesi adi verilen bir müesseseye paralel olarak, nefsimizin kalbine Allahû Tealâ nurlarini gönderir. Nefsimizin kalbinde %7 fazl nuru yerlesince, ruhumuz zemin kattan 1. kata tirmanabilir. Ikinci defa %7 nur birikiminde, ruhumuz 2. gök katina çikabilir. 3., 4., 5., 6., 7. kata kadar böyle devam eder. Ruh, 7. katta 7 tane âlem geçer ve Allah’in Zat’ina ulasir.
Ruh Allah’a ulasir, Allah’in Zat’inda yok olur. Iste bu, fenâfillah, Allah’in Zat’inda yok olma olayi 22. basamakta gerçeklesir. Bunun adi “hidayete ermek”tir. Kimin ruhu Allah’a ulasmissa, Allah’in Zat’inda yok olmussa, o kisi hidayete erer. Allahû Tealâ söyle buyuruyor:

-18/KEHF-17: Ve teres semse izâ taleat tezâveru an kehfihim zâtel yemîni ve izâ garabet takriduhum zâtes simâli ve hum fî fecvetin minh(minhu), zâlike min âyâtillâh(âyâtillâhi), men yehdillâhu fe huvel muhted(muhtedi), ve men yudlil fe len tecide lehu veliyyen mursidâ(mursiden).
Ve günesin dogdugu zaman magaralarinin sag tarafindan geldigini ve battigi zaman sol taraftan onlarin yanlarindan geçtigini görürsün. Ve onlar, onun (magaranin) genis sahasi içinde bulunuyorlardi. Iste bu, Allah’in âyetlerinden (mucizelerinden)dir. Allah, kimi Kendisine ulastirirsa, iste o hidayete ermistir. Ve kimi dalâlette birakirsa (kim Allah’a ulasmayi dilemezse) artik onun için velî mürsid (irsad eden evliya) bulunmaz.


Hidayetin Allah’a ulasmak oldugu bir defa daha vurgulaniyor. 14. basamakta mürsidine ulasan kisiye devrin imaminin ruhu, onun basinin üzerine gelerek, o kisinin ruhuna emir verir: “Senin Allah’a ulasma günün geldi.” der. Bunun üzerine ruh vücudu terk eder. Devrin imaminin ruhu, gelir ve önden arkaya uzanarak kisinin basinin üzerine yerlesir. Bu, o kisinin büyüden, hüddamdan, cinlerin saldirisindan kesin kurtulusudur. Basinin üzerinde devrin imaminin ruhu bulunan bir vücuda hiçbir cin giremez. Cinlere niçin giremedikleri soruldugunda; “Çünkü yanariz.” diyorlar.
Ruhunu Allah’a ulastiran kisi hidayete ermistir. “inne hudallâhi huvel hudâ, Muhakkak ki; Allah’a ulasmak; o, hidayettir.”
21. basamakta ruh Allah’a ulasmistir ve 22. basamakta Allah’in Zat’inda yok olmustur. Ruh hidayete ermistir.
Bu kisinin bundan sonraki hayatina bakiyoruz. Kisi daha çok zikrediyor ve beka makaminin sahibi oluyor. Daha sonra kisi öyle bir zikreder ki bu zikir günde 12 saati mutlaka asar. O zaman bu kisi zahid olur, zühd sahibidir. Sadece zühd sahipleri fizik vücutlarini Allah’a teslim edebilirler. Bir kisinin muhsin olabilmesi, fizik vücudunu Allah’a teslim etmesiyle mümkündür. Sadece günün yarisindan daha fazla zikredebilenler fizik vücutlarini Allah’a teslim edebilirler. Günün yarisindan fazla olan zikir daha da artinca, o kisinin nefsinin kalbindeki nurlar %81’e ulasir. O zaman fizik vücut, Allah’a teslim olmustur.
Nefsin kalbinde hâlâ %19 karanlik var olmasina ragmen, fizik vücut bu noktadan itibaren asla bu afetleri dikkate almaz. Allah’in bütün emirlerini yerine getirir. Yasak ettigi fiilleri islemez. Iste burasi fizik vücudun Allah’a kul olmasidir, Allah’a teslimidir. Bir baska ifadeyle, fizik vücudun hidayete ermesidir.
25. basamakta fizik vücut hidayete erer. Burasi kisi için yeni bir mertebedir. Fizik vücudun Allah’a teslimi, fizik vücudun hidayete ermesi Nisa Suresinin 125. âyet-i kerimesinde söyle anlatiliyor:

-4/NISÂ-125: Ve men ahsenu dînen mimmen esleme vechehu lillâhi ve huve muhsinun vettebea millete ibrâhîme hanîfâ(hanîfen), vettehazallâhu ibrâhîme halîlâ(halîlen).
O kisiden, vechi (fizik vücudu) dînde daha ahsen kim vardir? O kisi ki; vechini (fizik vücudunu) Allah’a teslim etmis ve muhsinlerden olmustur ve hanif olarak Hz. Ibrâhîm’in dînine tâbî olmustur. Ve Allah, Hz. Ibrâhîm’i dost ittihaz etmistir.


Iste burada Allahû Tealâ’nin söyledigi gibi, fizik vücudun teslimi söz konusudur. Fizik vücut ahsen olarak hidayete ermistir. Mutlaka ondan evvel ruh hidayete erer. Bütün sahâbe, ruhlarini Allah’a ulastirmislar ve ruh hidayetine sahip olmuslardir. Allahû Tealâ bu hususu açikça Zumer Suresinin 18. âyet-i kerimesinde söylüyor:

-39/ZUMER-18: Ellezîne yestemiûnel kavle fe yettebiûne ahseneh(ahsenehu), ulâikellezîne hedâhumullâhu ve ulâike hum ulûl elbâb(elbâbi).
Onlar, sözü isitirler, böylece onun ahsen olanina tâbî olurlar. Iste onlar, Allah’in hidayete erdirdikleridir. Ve iste onlar; onlar ulûl’elbabtir (daimî zikrin sahipleri).


Bütün sahâbe hidayete ermislerdir. Konunun baslangicindan buraya kadar geldigimiz zaman, farzlar açisindan konuya baktigimizda Allah’a ulasmayi dilemenin herkes için farz oldugunu görüyoruz. Allahû Tealâ söyle buyuruyor:

-30/RÛM-31: Munîbîne ileyhi vettekûhu ve ekîmûs salâte ve lâ tekûnû minel musrikîn(musrikîne).
O’na (Allah’a) yönelin (Allah’a ulasmayi dileyin) ve takva sahibi olun. Ve namazi ikame edin (namaz kilin). Ve (böylece) müsriklerden olmayin.


Allah’a ulasmayi dilemenin farz oldugu kesindir. Acaba bütün sahâbe Allah’a ulasmayi dilemis midir? Evet, hepsi dilemislerdir. Iste Allahû Tealâ, Allah’a ulasmayi dileyenlerin takva sahibi oldugunu açik bir sekilde ifade ediyor:

-10/YÛNUS-62: E lâ inne evlîyâ allâhi lâ havfun aleyhim ve lâ hum yahzenûn(yahzenûne).
Muhakkak ki Allah’in evliyasina (dostlarina), korku yoktur. Onlar, mahzun da olmazlar, öyle degil mi?

-10/YÛNUS-63: Ellezîne âmenû ve kânû yettekûn(yettekûne).
Onlar, âmenûdurlar (ölmeden evvel Allah’a ulasmayi dileyenlerdir) ve takva sahibi olmuslardir.

-10/YÛNUS-64: Lehumul busrâ fîl hayâtid dunyâ ve fîl âhireh(âhireti), lâ tebdîle li kelimâtillâh(kelimâtillâhi), zâlike huvel fevzul azîm(azîmu).
Onlara, dünya hayatinda ve ahirette müjdeler (mutluluklar) vardir. Allah’in sözü degismez. Iste O, fevz-ül azîmdir.


Burasi 1. takvadir. Burasi 1. hidayettir. Allah’a ulasmayi diledigimiz noktadir. Allah’a ulasmayi dilemek gördük ki üzerimize farz kilinmistir ve bütün sahâbe, Allah’a ulasmayi dilemislerdir. Allahû Tealâ, dilediklerini açik bir sekilde Zumer-17’de ifade ediyor. Allahû Tealâ sahâbe için söyle söylüyor: “Onlar taguta kul olmaktan kurtuldular. Allah’a ulasmayi dilediler. Onlara müjdeler vardir. Kullarimi müjdele.”

-39/ZUMER-17: Vellezînectenebût tâgûte en ya’budûhâ ve enâbû ilâllâhi lehumul busrâ, fe bessir ibâd(ibâdi).
Ve onlar ki; taguta (insan ve cin seytanlara) kul olmaktan içtinap ettiler (kaçindilar, kendilerini kurtardilar). Çünkü Allah’a yöneldiler (Allah’a ulasmayi dilediler). Onlara müjdeler vardir. Öyleyse kullarimi müjdele!


Mürside ulasmak da Allahû Tealâ tarafindan farz kiliniyor. Maide Suresinin 35. âyet-i kerimesinde Allahû Tealâ sunlari söylüyor:

-5/MÂIDE-35: Yâ eyyuhellezîne âmenûttekûllâhe vebtegû ileyhil vesîlete ve câhidû fî sebîlihî leallekum tuflihûn(tuflihûne).
Ey âmenû olanlar (Allah’a ulasmayi, teslim olmayi dileyenler); Allah’a karsi takvâ sahibi olun ve O’na ulastiracak vesileyi isteyin. Ve O’nun yolunda cihad edin. Umulur ki böylece siz felâha erersiniz.


Bütün sahâbe, kendilerini Allah’a ulastiracak olan vesileyi, mürsidi, Allah’tan istemisler ve mürsidlerine tâbî olmuslardir. Allahû Tealâ bunu Fetih Suresinin 10. âyet-i kerimesinde kesinlestiriyor:

-48/FETIH-10: Innellezîne yubâyiûneke innemâ yubâyiûnallâh(yubâyiûnallâhe), yedullâhi fevka eydîhim, fe men nekese fe innemâ yenkusu alâ nefsih(nefsihî), ve men evfâ bi mâ âhede aleyhullâhe fe se yu’tîhi ecren azîmâ(azîmen).
Muhakkak ki onlar, sana tâbî olduklari zaman Allah’a tâbî olurlar. Onlarin ellerinin üzerinde (Allah senin bütün vücudunda tecelli ettigi için ellerinde de tecelli etmis oldugundan) Allah’in eli vardir. Bundan sonra kim (ahdini) bozarsa, o taktirde sadece kendi nefsi aleyhine bozar (Allah’a verdigi yeminleri, ahdleri yerine getirmedigi için derecesini nakisa düsürür). Ve kim de Allah’a olan ahdlerine vefa ederse (yeminini, misakini ve ahdini yerine getirirse), o zaman ona en büyük mükâfat (ecir) verilecektir (cennet saadetine ve dünya saadetine erdirilecektir).


Bu âyet-i kerime ile, bütün sahâbenin mürsidlerine tâbî olduklari kesinlik kazaniyor. 2. hidayeti de hepsi gerçeklestirmislerdir. Sahâbe için Allahû Tealâ “ellezîne humul muhtedûn; onlar hidayete erenlerdir.” diyor.
Sahâbenin, Allah’a ulasmayi dilemek ve mürside ulasmanin ötesinde, hepsinin hidayete erdigini, ruhlarini Allah’a teslim ettiklerini görüyoruz. Peki, ruhu Allah’a ulastirmak seklindeki bir hidayet farz midir? Allahû Tealâ açik bir sekilde farz oldugunu söylüyor. Bunun bir emir oldugunu, Allahû Tealâ Rad Suresinin 21. âyet-i kerimesinde söyle buyuruyor:

-13/RA'D-21: Vellezîne yasilûne mâ emerallâhu bihî en yûsale ve yahsevne rabbehum ve yehâfûne sûel hisâb(hisâbi).
Ve onlar Allah’in (ölümden evvel), Allah’a ulastirilmasini emrettigi seyi (ruhlarini), O’na (Allah’a) ulastirirlar. Ve Rab’lerine karsi husû duyarlar ve kötü hesaptan (cehenneme girmekten) korkarlar.


Öyleyse bu insanlar için Allah’a ulastirilmasi lâzimgelen bir sey var ve Allahû Tealâ tarafindan onun Allah’a ulastirilmasi, emredilmistir. Ruhun Allah’a ulastirilmasi açik bir sekilde emredilmis ve bütün sahâbe bunu gerçeklestirmislerdir. Daha sonra sahâbenin fizik vücutlarini Allah’a teslim ettiklerini görüyoruz. Bu teslim keyfiyeti Al-i Imran Suresinin 20. âyet-i kerimesinde açikliga kavusuyor. Bu âyet-i kerimede Allahû Tealâ sahâbe için söyle buyuruyor:

-3/ÂLI IMRÂN-20: Fe in hâccûke fe kul eslemtu vechiye lillâhi ve menittebean(menittebeani), ve kul lillezîne ûtûl kitâbe vel ummiyyîne e eslemtum, fe in eslemû fe kadihtedev, ve in tevellev fe innemâ aleykel belâg(belâgu), vallâhu basîrun bil ibâd(ibâdi).
Eger seninle tartismaya kalkarlarsa, o zaman de ki: “Ben ve bana tâbî olanlar vechimizi (fizik vücudumuzu) Allah’a teslim ettik.” O kitap verilenlere ve ÜMMÎ’lere de ki: “Siz de (fizik vücudunuzu Allah’a) teslim ettiniz mi?” Eger teslim ettilerse o zaman (onlar) andolsun ki; hidayete ermislerdir. Eger yüz çevirirlerse, o zaman sana düsen (görev) ancak tebligdir. Allah kullarini BASÎR’dir (görendir).


Böylece bu muhteva da kesinlik kazaniyor. Burada fizik vücudun hidayeti söz konusudur ve üzerimize farzdir. Bütün sahâbe fizik vücutlarini teslim etmislerdir.
Nefsin hidayeti, nefsimizin ulûl’elbab olmasiyla mümkündür. Yani daimî zikre ulasip nefsin bütün afetlerinden kurtulmasi ile mümkündür, üzerimize farzdir. Allahû Tealâ söyle buyuruyor:

-4/NISÂ-103: Fe izâ kadaytumus salâte fezkurûllâhe kiyâmen ve kuûden ve alâ cunûbikum, fe izatma’nentum fe ekîmus salât(salâte), innes salâte kânet alel mu’minîne kitâben mevkûtâ(mevkûten).
Namazi bitirdiginizde; ayaktayken, otururken ve yan üzeriyken (yan üstü yatarken) Allah’i hep zikredin! Güvenlige kavustugunuzda namazi erkâniyla kilin. Çünkü; namaz, mü’minlerin üzerine, vakitleri belirlenmis bir farz olmustur.


Daimî zikir, nefsin Allah’a teslimi mânâsina geliyor. Çünkü daimî zikrin sahipleri ulûl’elbabtir. Allahû Tealâ söyle buyuruyor:

-3/ÂLI IMRÂN-190: Inne fî halkis semâvâti vel ardi vahtilâfil leyli ven nehâri le âyâtin li ulîl elbâb(ulîl elbâbi).
Hiç süphesiz; göklerin ve yerin yaratilisinda, gece ile gündüzün birbiri ardinca gelisinde, elbette ulûl’elbab için nice deliller vardir.

-3/ÂLI IMRÂN-191: Ellezîne yezkurûnallâhe kiyâmen ve kuûden ve alâ cunûbihim ve yetefekkerûne fî halkis semâvâti vel ard(ardi), rabbenâ mâ halakte hâzâ bâtilâ(bâtilan), subhâneke fekinâ azâben nâr(nâri).
O (Ulûl’elbab) ki; (lübblerin, Allah’in sir hazinelerinin sahipleri), onlar ayakta iken, otururken ve yan üstü yatarken (hep) Allah’i zikrederler. Göklerin ve yerin yaratilisi hakkinda tefekkür ederler. (Ve derler ki): “Ey Rabbimiz! Sen, bunlari bâtil olarak (bosuna) yaratmadin. Seni tesbih (tenzih) ederiz. Bizi, atesin azabindan koru.”


Bütün sahâbe ulûl’elbab olmuslardir. Hepsi nefslerini Allah’a teslim etmisler ve nefsleri de hidayete ermistir.
Bütün sahâbe muhlis olmuslardir. Muhlis olmak hepimizin üzerine farzdir. Bu muhtevada yeni bir hidayet söz konusudur. Nefsimizin kalbinde 14 mertebe daimî zikirden sonra bir temizlenme olayi söz konusudur. Ilk 7 mertebede yerlerin melekûtu gösterilir. Ikinci 7 mertebede ise, göklerin melekûtu gösterilir. Kisi ihlâs sahibi olur.
Bütün sahâbe irsada ulasmis ve buradaki hidayeti de yasamislardir. Irsada ulasma noktasindaki hidayet, irademizin Allah’a tesliminden evvelki son hidayettir.
Muhlis olmak üzerimize farzdir. Allahû Tealâ buyuruyor ki:

-98/BEYYINE-5: Ve mâ umirû illâ li ya''budûllâhe muhlisîne lehud dîne hunefâe ve yukîmûs salâte ve yu''tûz zekâte ve zâlike dînul kayyimeh(kayyimeti).
Ve onlar, Allah için hanifler olarak dînde halis kullar olmaktan (nefslerini halis kilmaktan) ve namazi ikame etmekten ve zekâti vermekten baska bir seyle emrolunmadilar. Iste kayyum dîn (kiyâmete kadar devam edecek dîn) budur.


Allahû Tealâ: “Nefslerini halis kilarak, Allah’a muhlis kullar olmakla ve bunu hanifler olarak gerçeklestirmekle emrolundular.” diyor.
Bütün sahâbenin muhlis oldugu açik bir sekilde Bakara Suresinin 139. âyet-i kerimesinde yer almistir. Allahû Tealâ söyle buyuruyor:

-2/BAKARA-139: Kul e tuhâccûnenâ fîllâhi ve huve rabbunâ ve rabbukum, ve lenâ â’mâlunâ ve lekum a’mâlukum ve nahnu lehu muhlisûn(muhlisûne).
De ki: “Allah hakkinda bizimle mücâdele mi ediyorsunuz? O, bizim de Rabbimizdir sizin de Rabbinizdir. Bizim amellerimiz bize, sizin amelleriniz de size aittir. Ve biz, onun için ihlâs sahibi (muhlis) (kul)lariz.”


Muhlis olmak 6. hidayettir ve bir teslimi içermemektedir. Ama teslim bundan sonraki kademededir.
Kisi salâh makamina geçer, günahlari örtülür. Tövbe-i Nasuh’a davet edilir, salâh nuru verilir ve kisinin günahlari sevaba çevrilir. Neticede Allah kisinin iradesini teslim alir ve kisi hakka tukatihi takvanin, irade tesliminin sahibi olur. Allahû Tealâ’nin “Irsada memur ve mezun kilindin.” cümlesiyle, kisi irsad makaminin sahibi olur. Burada son teslim söz konusudur. Bu teslim, iradenin Allah’a teslimidir.
Bütün sahâbe bu hedefe de ulasmislardir. Hepsi iradelerini de Allah’a teslim ederek, irsad takvasinin da sahibi olmuslar ve hidayetin en son noktasina ulasmislardir. Irsad kademesinin hidayeti, insanin mürsid oldugu noktada irade teslimindeki hidayetidir. Bu da üzerimize farzdir. Al-i Imran Suresinin 102. âyet-i kerimesinde Allahû Tealâ buyuruyor:

-3/ÂLI IMRÂN-102: Yâ eyyuhellezîne âmenûttekullâhe hakka tukâtihî ve lâ temûtunne illâ ve entum muslimûn(muslimûne).
Ey îmân edenler! Hakkiyla takva sahibi olanlar (nasil bir takvanin sahibi ise ayni onlar) gibi, Allah’a karsi takva sahibi olun ve (ölmeden önce) Allah’a teslim olun.


Allahû Tealâ bihakkin takvanin sahibi olmayi herkese farz kilmistir. Bu, o kisinin irsad kademesine tayini noktasindaki hidayeti ifade eder. Allahû Tealâ, bütün sahâbe için “Onlar hidayete erenlerdir.” diyor. Sahâbenin hepsi irsad makaminin sahibi olmuslardir. Allahû Tealâ söyle buyuruyor:

-9/TEVBE-100: Ves sâbikûnel evvelûne minel muhâcirîne vel ensâri vellezînettebeûhum bi ihsânin radiyallâhu anhum ve radû anhu ve eadde lehum cennâtin tecrî tahtehel enhâru hâlidîne fîhâ ebedâ(ebeden), zâlikel fevzul azîm(azîmu).
O sabikûn-el evvelîn (evvelki hayirlarda yarisanlardan salâh makaminda iradesini Allah'a teslim ederek irsada memur ve mezun kilinanlar): Onlarin bir kismi muhacirînden (Mekke'den Medine'ye göç edenlerden) bir kismi ensardan (Medine'deki yardimcilardan) ve bir kismi da onlara (ensar ve muhacirîne) ihsanla tâbî olanlardandi. (Sahâbe irsad makamina sahip olduklari için onlara tâbî olundu). Allah, onlardan razi ve onlar da O'ndan (Allah'tan) razidir. Onlara Allah, altlarindan irmaklar akan cennetler hazirladi ve orada ebediyyen kalacaklardir. Iste bu, en büyük (azîm) mükâfattir.


Hepsi iradelerini Allah’a teslim ederek irsad makaminin sahibi olmuslardir. Çünkü, ister ensar olsun ister muhacirîn, her ikisine tâbiîn tâbî olmuslardir.


Bugün 3 ziyaretçi (5 klik) kişi burdaydı!




Bu web sitesi ücretsiz olarak Bedava-Sitem.com ile oluşturulmuştur. Siz de kendi web sitenizi kurmak ister misiniz?
Ücretsiz kaydol